4 Mayıs 2020 Pazartesi

Yeniden Merhaba


Çoook ama çok uzun bir zamandan sonra bloguma geri döndüm. Malumunuz karantina günlerindeyiz. İşler evden yürütülüyor, çocuklar da evde, bahçeye bile çıkamıyorlar. Bahar geldi ama tadını çıkaramadan geçiyor. Çocuklar, gençler çoğunlukla can sıkıntısından ama bizim evin özelinde ergen olmaktan kaynaklanan bir doyamama ve daimi yeme hali içindeler. Yemek yapmaya bayılan ben, İki gece önce eşime “yarın ne pişireceğim diye düşünmekten, yemek yapmaktan nefret ediyorum artık” derken buldum kendimi. 
Geçecek elbet. Bir şekilde sınandığımızı, unuttuğumuz bir takım değerleri hatırlamamız gerektiğini, emeğin, çalışmanın, dayanışmanın, sadeleşmenin her şeyden önemli olduğunu fark ettiğimiz günler. Aynı zamanda kadının ev içinde görünmeyen karşılıksız emeğinin, işi eve taşıyarak daha da görünmez olduğu ama diğer yandan yaşamsal değerinin de derinden hissedildiği günler. Karşı karşıya olduğumuz tehlikeyle ilgili verilerin yeterli ve açıklayıcı olmadığını görmek endişelerimizi artırıp, geleceğe dair öngörülerimizi bulanıklaştırıyor. Bütün bu belirsizlikler karşısında sadece "evde kal" demek yetmiyor. Sakin ve dingin kalabilmek, rutinlerimizi sürdürebilmek de çok önemli. Bu koşullar altında zihnimizi, kalbimizi ve vücudumuzu temiz tutabilmenin yolu da sağlıklı yiyeceklerden geçiyor. Bundan böyle yemek blogumda özellikle bu dönemde yaptığım bazı tarifleri paylaşacağım. Bloguma şuradan ulaşmak mümkün. Umarım bir faydası olur. Hepimize kolay gelsin.

24 Ocak 2013 Perşembe

Hiç Bu Kadar ...



Ömrümün son 5 yılını nasıl geçirdiğimi sorarsanız eğer, size hayatımın herhangi bir döneminde, hiç bu kadar uykusuz kalmadığımı, hiç bu kadar  derin endişelere kapılmadığımı, hiç bu kadar delirmediğimi, hiç bu kadar şaşkın, salak ve ağlak olmadığımı söylerim.
Ama aynı zamanda çok ama çok mutlu ve umutlu olduğumu da söylerim.
Çünkü son 5 yıldır, şu resmini  gördüğünüz, hayatımı şahaneleştiren (çirkin) güzel peri kızının annesiyim.
İyi ki doğdun meleğim!

19 Ocak 2013 Cumartesi

6 Yıl Oldu, Ne Oldu?

Hrantçığım,

Ne yazık ki 6 yılın sonunda yine soru işaretleriyle bitiriyoruz cümlelerimizi.

Üstelik noktanın hangi cümlenin sonuna geleceğini gayet iyi bildiğimiz halde.

O son noktayı koyana kadar ünlem işaretleriyle devam edecek sana dair tüm cümlelerimiz.

Bu devletin sana, ailene, biz arkadaşlarına, sevdiklerine ve sevenlerine adalet borcu var

ve bu borç ödeninceye kadar hiç kimsenin cümlesini bitirmesine izin vermeyeceğim!

Hasretle...


 

8 Kasım 2012 Perşembe

Geleneksel Grip Günleri


Her yıl Kasım ayıyla birlikte başlayan Geleneksel Grip Günleri tüm hızıyla devam ediyor. Bu senenin baş konukları sinüzit ve faranjit idi. Genellikle ayrı ayrı zamanlarda sahne almalarına rağmen bu sene birlikte katılmayı tercih ettiler. Aralarındaki “hangimiz daha yıpratıcı olacağız, görelim” türünden atışmanın varacağı nokta merakla bekleniyordu. 
Sinüzitin burundan başlayarak şakaklar üzerinden kafanın her yerinde hissedilen yoğun ağrı şeklindeki performansı zaman zaman inlemelere neden olmuşsa da faranjitin yarattığı etkinin yanında zayıf kaldığı görüldü. Faranjit her zamanki gibi performans alanı olarak boğaz ve boyun bölgesini seçmişti. Bu sene vurucu bir etki olarak boğaz yolunu kapatması etkinlik alanında ciddi tahribata yol açtığından acilen bakım onarım ekipleri çağırıldı. Yıllardır işlerini büyük bir ciddiyetle yapan ve ekiplerini belirli aralıklarla yenileyen antibiyotik iki gündür canla başla çalışıyor. Bu arada bol oksijenli su ile etkinlik alanını temizlemeyi hedefleyen aklım, daha önce nerelerdeydin? sorularını geçiştirmeyi tercih etti.  Güçlendirme grubunun profesyonellikleri herkesce malum yiyecek ekibinden tarhana ve mercimek çorbaları da olağanüstü  bir gayretle görevlerini yaptılar. Aynı grubun uyku ekibi ise faranjitin bilhassa uyku sırasında geniz akıntılarını kışkırtarak hırçınlaşan tavrı karşısında sık sık kesintiye uğrayan çalışmaları yüzünden zor anlar yaşadı.
Etkinlik henüz bitmiş değil fakat faranjitin de artık yorulduğunu ve etkilediği alanlardan yavaş yavaş çekildiğini söyleyebiliriz. Etkinliğe ev sahipliği yapan vücudumun artık geleneksel hale gelen grip günlerinden çok sıkıldığını da hemen belirtelim.

14 Haziran 2012 Perşembe

Ekofeminizm üzerine...

Dünya çevre haftası nedeniyle birçok yerde, doğayı nasıl mahvettiğimize ya da kalanı korumak için neler yapmamız gerektiğine dair yazılar yazıldı. Ben de bu köşede haftanın anlam ve önemine uygun olarak ekofeminizm hakkında bilgiler derleyip sizlere aktarayım istedim. Önce tabii bir ekofeminizm tanımı vermek lazım.
Ekofeminizm, uzun zamandır eşit hak ve yaşam mücadelesi veren kadınların, kapitalist düzenin, canlıların yaşam hakkını yok sayma noktasına varan tüketimi pompalama ve her şeyi metalaştırma anlayışına karşı bir duruş geliştirmesidir. Elbette, sadece kadınların çevre politikalarında aktif olmasını savunmakla kalmaz, aynı zamanda militarizme, heteroseksüellik dayatmasına ve emperyalizme de karşı durur.
Devamı burada...

Not: Yukarıdaki resim http://ecotopianetwork.wordpress.com adresinden...


30 Mart 2012 Cuma

Bi Öpiim, Geçsin mi Hemen?

Geçen hafta cuma akşamı değil Ankara’ya, Türkiye’ye geldiğimizden beri ilk defa caz dinlemeye hem de Sibel Köse’yi dinlemeye gidecektik, gittik de. Çoook iyiydi hatta iyiden de öteydi. Neyse, konu bu değil, Selin biz evden çıkarken oyun ablası geldi diye sevinçten düz duvara tırmanacak kadar sağlıklı gözüküyordu. Eve döndük, diğer oyun ablamız Beste’yi yolcu ettik ve hemen meleğime bakmaya odasına gittim. Eğilip bir öpeyim dedim, baktım alev alev yanıyor. Hiç öyle çabuk ateşlenen bir çocuk değildir. Neyse hem kulaktan, hem kol altından ölçtük, gördüğümüze inanamadık çünkü:39.2. Çok şükür biraz şiddetli geçen bir grip teşhisi koydu doktorumuz, şurubunu ilacını verdi ve Selin burun akıntısı devam etse de perşembe günü itibariyle ayağa kalkıp zıpırlık yapacak kadar iyileşmişti. Şimdi az buçuk bu blogtan bizi tanıyanlar hemen şu soruyu sorabilirler tabii: Sıra kimdeydi? Bu sefer ikinciliği Selin’den de ağır bir biçimde babası aldı. Bitti mi? Elbette hayır. Salı gecesi başlayan ve çarşamba akşamı itibariyle beni yataklara seren berbat bir vaziyetteyim. Bundan öncekileri biraz da zorunluluktan ‘hastayım ayaktayım’ modunda geçirdiğimden bu seneyi böyle kapatacağım herhalde diyerek erken sevinçlere gark olmuştum. Bu senenin ağır gribinin zamanı da buymuş demek ki.
Biz bir taraftan anne ve baba olarak birbirimize bakmaya çalışıyor, diğer yandan bizi yanaklarımızı okşayarak “ay ay, nasıl da hasta olmuş annem, babam? Bi öpiim geçsin mi hemen?” diyerek seven ve tabii 2 dakika sonra bu sevgi gösterilerine rağmen bizimle oynayamadığı için mızıldayan ve sonuçta kendini durmaksızın masal anlatmaya veren Selin’i sabırla dinlemek için zorluyoruz. Bu konuda söyleyecek tek bir lafım bile olmaması gerektiğini, yıllaaar yıllar önce aynı zulümle titrettiğim aile fertlerinden nezaket dolu sözlerle duyunca, kendimi “Al işte, bana benzemiyor deyip duruyordun, şimdi benziyor. Memnun musun?” diye haşlarken buldum. Yani kısacası yine kendime kızacak bir şey bulmuş oldum. Sıkıldım tabii bu kendini didik didik eden anne modelinden. Neyse ki artık her daim değil de arada bir yokluyor. Bu seferkini hastalığıma veriyorum.   
Bu yazıyı da iki gün boyunca ‘iki dakika yaz, bir saat dinlen’ düzeniyle yazabildim. Şimdi düşününce zorum neydi, bilemedim. Aslında kitap tanıtımı yapmak üzere başladım yazıya ama daha önceden yazılmış kitap yazılarımı düzeltecek halim bile kalmadı.
Bir de Pazartesi günü başlayıp hastalığıma rağmen sürdürdüğüm ve istemesem de bu 5 gün içinde 1,5 kilo verdiğim (ödem atıyor da olabilirim) Karatay diyetimi anlatacaktım. Artık iyileşince ...Boşuna dememişler 'her şeyin başı sağlık!' diye.
Herkese bol okumalı ve sağlıklı bir hafta sonu diliyorum.

Not: Fotoğraf, Ocak ayında Gordion AVM'de sergilenen kaplumbağa heykellerinin üzerindeyken çekildi.


26 Mart 2012 Pazartesi

Yeni Bir Bahar Haftasına Başlarken...


Geçen yıl Selin’in komik laflarını, cevaplarını pek düzgün kaydedemedim bilgisayara. Kullandığım defterlere, küçük kağıtlara filan yazdım. Hemen ardından bilgisayara aktarmayınca öyle dağınık kaldı, şimdi toparlamakta güçlük çekiyorum. Bu sene öyle olmasın diye günlük notlarımı aldığım defterin bir bölümünü Selin’e ayırdım. Haftaya gülerek başlayalım diye sene başından beri yazabildiklerimden bir kaç tanesi aşağıya yazdım. Diğerlerini de en kısa zamanda blogun Selin’den İnciler sayfasına ekleyeceğim.  Herkese bol güneşli günler!


30 Ocak 2012 Pazartesi
Tuvalette lazımlığında oturmuş vaziyette bana yine masal anlatmaya başlamışken aramızda şöyle bir kısa konuşma geçti.
S.- ....ormanda yürümüş yürümüş yürümüş. Fakat maalesef ziyadesiyle yorulmuş...
Ç.- Selinciğim, lafını balla bölüyorum ama geç kalıyoruz. Masalına arabada devam etmen gerek, tatlım.
Çok ciddi ve hafif kızgın bir ifadeyle gözlerime baktı ve
S.- Anne, sözümü kesmenden hiç hoşlanmıyorum. Çünkü sonra lafımı unutuyorum ve bu da canımı çok sıkıyor.
Ç.-???


07 Şubat 2012 Salı
Doğum gününde anneannesi, Akın dedesi ve Gülannesi Selin’e mıknatıslı çubuklar ve bilyelerden oluşan bir set gönderdiler. Bir kaç ay önce halen gittiği yuvada çok daha büyük boyda çubuk ve toplarla nasıl güzel oynadığını, ne kadar şahane ve faydalı bir oyuncak olduğunu (aynen bu sözlerle) günlerce anlatmış, sonra öğretmeninden izin alarak görmem için beni sınıfına çağırmıştı. Ben de aynı setin daha küçük boyda olanlarından görünce hemen haber vermiştim Gülannesine. Ben şimdiye dek hiç bir oyuncak ya da oyun setini tavsiye etmedim bu blogda ama bu seti ayrı bir yazıyla tanıtacağım. Neyse, konuya dönecek olursak, Selin her gün en az yarım saat kadar bu setle oynuyor mutlaka.
Yine bir akşam üstü yuvadan eve döndük ve hemen odasına gidip oynamaya başladı. Babası eve geldiğinde salona gelip “Baba bak, büyük bir üçgen yaptım”dedi. “Aa, evet, ne güzel olmuş”dedik. Babası yaptığı üçgeni eline alıp masada dik tutmaya çalıştı ve elbette olmadı. Selin bunun üzerine “Ama baba o öyle dik duramaz, yatay olarak durabilir ancak, ayakları yok ya!” dedi. Biz dumur olmuş vaziyette birbirimize bakakaldık. Bir kaç dakika sonra üçgeni bozup değişik bir şekil yaptı. Babası “Bu şeklin bir adı var mı?” diye sorunca Selin parmağını gezdirerek şeklin kenarlarını sesli saydı, kafasını kaldırıp bize baktı ve “Evet, var tabii. Bu bir beşgen, çünkü beş kenarı var” dedi. O an dumur ötesiydik.


13 Şubat 2012 Pazartesi
Selin’i yuvadan aldım. Arabaya biner binmez “Bi masal?” diye sordu. “Elbette” dedim ve başladı. Masalının bir yerinde kötü korsanlar çocukların oyuncaklarını, kitaplarını alıyor, vermeyen çocukları da öldürüyor. (Yuvada oğlanlar sürekli savaş oyunu oynadığından bizimki de öldürmek kelimesini öğrenmiş durumda ama ne anlama geldiği kafasında hala net değil.) Masalına şöyle devam etti:  Neyse anneciğim, sonunda kötü korsanlarla konuştuk vee kitapları, oyuncakları alma sorununu hallettik. Çocukları da öldürmicekler, o sorunu da hallettik konuşarak. Fakat maalesef, korsanların kötü olma sorununu bir türlü halledemedik(!). Nedense iyi olmayı kabul etmiyolar. Halbuki bi iyi olsalar bütün çocuklar onlarla oynıcaklar. Sence n’apabiliriz anne? Bana bi fikir verebilir misin?


13 Şubat 2012 Pazartesi
T.- Bugün ne yedin okulda, Selin?
S.- Hatırlamıyorum baba.
T.- Nasıl olur canım, bugün yediklerini soruyorum.
S.- Sorunu anladım baba ama gerçekten hatırlamıyorum. Şu mutfaktaki listeye bir baksam hemen hatırlarımJ
T.- ???

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails