7 Ağustos 2010 Cumartesi

Uzaktan Sevmek

Her sabah olduğu gibi dün sabah da yine yunusların gösterisi aklına düştü, başladı anlatmaya. Yunuslar bitip morstan bahsederken “başını okşadık, sırtını sevdik” dedi. Ben de nazikçe öyle bir şey yapmadığımızı onları uzaktan, bakarak sevdiğimizi söyledim.
Akşam üzeri sahile indik. Kumda oynarken yanına gidip oturdum ve babasıyla denize gireceğimizi söyledim. Denize ısındırmaya çalışıyorum ya hani, çok sevdiği yunusların haber gönderdiğini, simidiyle denizde onları bekleyen çocuklara merhaba diyeceklerini söyledim. “Ben kumda oynucaaam, denize girmiceem” dedi. Ben de “balıklar da seni bekliyorlarmış” dedim. “Hayıy, gitmiceem” dedi. “Peki balıklara ne diyeyim? Onları görmeye gitmeyecek misin hiç?" dedim. Elindeki tırmığı bırakmadan ve suratıma bile bakmadan, beni kendi lafımla vurdu. “Ben onnayı uzaktan seviyoyum anne!”.

6 Ağustos 2010 Cuma

Selin'in Kitaplığından...- 23

Bu haftanın kitabı BENEKSİZ İNEK, Lal Kitap’tan çıkmış. Yazan Firuzan Gürbüz, resimleyen Erdoğan Oğultekin. Benek ahırdaki en benekli yavru olduğu için bu ismi almış, benekleriyle gurur duyan bir inek yavrusu. Bir gün çayırda kahverengi inek yavrusuna rastlayıp onu incitecek sözler söylüyor ve birlikte oynamayı reddediyor. Ama bir gün çitler boyanırken mavi boya Benek’in üzerine dökülüyor ve masmavi bir inek oluyor. Bu sefer de Benek’in kendisi gibi benekli diğer arkadaşları onunla alay edip oynamayı reddediyorlar. Bir tek kahverengi inek onunla oynamayı istiyor. O günden sonra çok iyi arkadaş oluyorlar.
Kitabın üzerinde hangi yaş grubuna uygun olduğu yazmıyor. Bana okumayı sökmüş olanlara uygunmuş gibi geldi. Kitabın farklı olanlarla alay etmemek üzerine kurulmuş hikayesi aslında çok daha kısa anlatılabilir ama sanki bilhassa cümleleri fazla olsun istenmiş. Kitabın sonlarında iki inek yavrusunun –ki niye buzağı denmemiş anlayamadım, aralarındaki konuşma fazla “bilgece” olmuş. Kahverengi buzağının söylediği “farklı olmak bazen güzeldir” cümlesindeki “bazen”i de anlayamadım. Neye göre, ne zaman, nasıl? Çizimlere gelince; inekler çok sevimli. Zaten inekler, bir kaç ot, böcek ve bir boyacı ustasından başka da bir şey yok.
Ben kitabı bir hayli kısaltarak okudum Selin’e. İnekleri çok sevimli buldu ve ben inek yavrusu dedikçe buzağı diye beni düzeltti. Her zaman yaptığı gibi 4-5 kere okutmadı. Bir kere okumamı yeterli buldu, ertesi gün ve sonraki gün de birer kere okuduk. Ayvalık’a geldiğimizden beri de hiç okumadık, eline alıp resimlerine bile bakmadı. Ben ayrımcılık üzerine fazla kitap olmadığı için yine de tavsiye ederim bu kitabı. Bu konudaki en esaslı kitap olan Müzisyen İnek Sırma’nın tanıtımı da yolda.

2 Ağustos 2010 Pazartesi

İlk Ayrılık!

İki gece önce bir ilki daha yaşadık. Ankara’da çekirdek aile olarak yaşadığımızdan Selin’i herhangi bir akşam mesela bir akrabamıza bırakıp sinemaya gitmemiz mümkün olamıyor. Ayvalık’a vardığımızda her yerde Sertab Erener konserinin afişlerini görünce gidelim dedik ama bilet almakta çok geciktik. Hatta Teo’nun kuzeninin oğlu Osman olmasaydı gidemeyebilirdik. Neyse biletler alındı, ayarlamalar yapıldı ve Selin’i babaannesiyle dedesi gelip aldılar, Sarımsaklı’ya götürdüler. Ben akşam uyumamazlık etmesin diye gündüz uykusuna yatırmadığımdan taksiye bindiğimizde gözlerini açık tutmak için olağanüstü gayret sarf etti meleğim. Bu arada takside yola babaanne ve dedeyle devam edeceğini, bizim taksiden inip ona bir şeyler alacağımızı ve uyumadan önce gelmeye çalışacağımızı anlattım. Pek ilgilenmedi. Uykusuzluktan anlamadı galiba, tam inerken arıza çıkaracak diye beklerken bize el salladı. Biz Açıkhava tiyatrosunun önüne gelip indik, onlar devam ettiler. İlk kez bizden ayrı bir gece geçireceği için Teo da ben de heyecan içindeyiz ve 3,5 atıyoruz. Konser ilan edilen saatten biraz daha geç başladı, Sertab Erener her zamanki gibi şahaneydi, yeni albümünü çok beğendik ve almaya karar verdik filan filan... Konser başlamadan kızımızı bir arayalım dedik. Sevinç çığlıklarını duyduk, rahatladık. Konser bitince aradığımızda ise çoktan uyumuşlardı, yine rahatladık. Buraya kadar hiç bir şey yok tabii.
Sabah olup telefona sarılınca kızımızın ‘bir kere bile’ tekrar ediyorum ‘bir kere bile’ bizi sormadığını şaşırarak öğrendik. Valla ben şahsen şaşırmaktan ziyade fena halde bozuldum. Yani daha önce bir sebepten Selin’i tam 6 saat süreyle Binbir Çiçek’te bırakmıştım ve o zaman da sormamıştı ama bu sefer gece de birlikte değildik. Elbette ağlamasını filan istemem, beklemem de ama hani yani bir kerecik olsun da annem babam nerde demez mi bir çocuk? Hayır! Bizimki dememiş. Peki, madem sormamış, bizde kendimizi pazara vuralım bari deyip haftalık alışverişimizi yapmaya gittik. Döndüğümüzde bahçede oturup bizi beklerken bulduk. Beni görür görmez kollarını açarak koşmaya başladı meleğim. Kucağıma alıp sarıldığımda sıkı sıkı boynuma sarıldı ve uzun süre öyle kaldı. Sonra babasının kucağından inmedi uzun bir süre.
Babaannesi uyumadığını söylediğinde babası yukarı çıkarıp uyutmayı denedi. Ben bir taraftan mutfakta aldıklarımızı dolaba yerleştirmeye çalışıyorum, bir taraftan da uyudu mu diye seslerini dinliyorum. Kısa bir süre sessizlik oldu. Ben tam “hah, tamam uyudu nihayet!” derken “Ey ahali!” tadında bir seslenişle “ben kaktım, ben kaktım” diyen sesini duydum meleğimin. Merdivenin başında durmuş bekliyor. Ben de yanına çıktım ve “baban nerde?” diye sordum. “Baba uyuyoy, ben kaktım” dedi gülerek. Sonrası...babayı uyandırdık, mayoları giyip denize gittik. Valla biz taksiden inerken ağlamamıştı ama babaannesiyle Sina dedesi giderken epey ağladı. Hepi topu 2-3 dakika sürdü ama ‘beni kederimle yalnız bırakın’ edasıyla hem ağlayıp hem de hızlı hızlı yürüyerek yanımızdan uzaklaşmaya çalışması görülmeye değerdi:)

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails