13 Ağustos 2010 Cuma

Selin'in Kitaplığından...- 24

BURUN. Aylarca en çok satan çocuk kitapları listesinde yer alan böyle popüler kitapları tanıtmak bir hayli zor. Üstelik yeni çıktığı dönemde bir çok yerde çok güzel tanıtım yazıları da çıkmışken. Peki bu durumda tanıtmaya gerek var mı? Evet. Çünkü her çocuk her kitabı başka türlü anlayabiliyor ve her ebeveyn çocuk kitaplarında başka şeyler bulabiliyor. Herkes biliyordur ama ben yine de Marsık Kitap’tan çıkan bu kitabı Yekta Kopan’ın yazdığını ve Şilili Alex Pelayo’nun çizdiğini belirtmekle başlayayım.
Selin’in ilk tepkisi resimlerine bakmak yerine kitabın hikayesini dinlemek oldu. Sanırım resimlere bakınca önce biraz kafası karıştı. Perspektif denen şeyden haberi yok ki çocuğun. Bir de üstelik aynen bu kitapta olduğu gibi ustalıkla oynanmışsa... İlk okumadan sonra “anne bii daa okuumusun?” sorusu en az 6 defa tekrarlandı ama bu sefer her okumada her sayfayı tek tek uzun uzun inceledi. Ali’nin kendi odasında burnunu aradığı sayfada “Anne bak, Ayi aşşada kaamış (Ali aşağıda kalmış)” dedi ve beni bitirdi. Ben perspektif kaygıları taşıyorum anlar mı acaba diye, kızım da tespitte bulunuyor resim üzerine, iyi mi? Sonra kitabı eline alıp kendisi okumaya başladı. “Bii gün bii sabah Ayi buununu kayıp etmiş. Oyaya bakmış, buyaya bakmış. Buyamamış. Annesine soomuş, babasına soomuş. Abyasına soomamış ama abyası göömedim demiş. Annanesi banyoya bak demiş. Ayi buununu ooda buumuş. Çok sebinmiş. Benim buunum buuda anne, suyatımın tam ootasında." Bu esnada işaret parmağını burnuna götürüp kontrol etti, garantici ya:) "Yasasın! Hiç bi yeye gitmemiş.”
Bilmem kitap hakkında başka bir şey yazmama gerek var mı?:) Herkese keyifli okumalar...

10 Ağustos 2010 Salı

Bezden Kurtulma Hikayesi

Tuvalet alışkanlığı kazandırma seanslarına Aralık sonu ufaktan ufaktan başlamıştım. Aslında aylar önce ben tuvaletteyken o da gelip lazımlığına oturuyor ama pantalonunu ve donunu indirtmiyordu. Mira, Yiğit ve Ege’nin bize geldiği bir sabah Mira’yı potette’in üzerinde oturur görünce her şey değişti. Arkadaşları gittikten kısa bir süre sonra altını değiştirmek istediğimde yatmadı ve doğruca lazımlığına gidip pantalonunu indirmeye çalıştı. Anladım ki heveslenmiş Meleğim. Uykudan kalkar kalkmaz hemen bezini çıkarttım ve uyku süreleri dışında bir daha bağlamadım. Takip eden bir kaç gün bol kaçırmalı alıştırma günleri olarak geçti. Sonrasında bir gün lazımlığa oturmayı reddedip tuvaleti gösterdi. Hemen o akşam gidip potette’ten aldım. Uzunca bir süre hep tuvalete oturdu. Sadece biz tuvaletteyken bizi kaldırmaya çalışmak yerine lazımlığın kapağını açıp pannesini -ki o dönemde Selince pantalon demekti :)- indirmeye uğraştı. Sonra lazımlığın ona nasıl bir özgürlük sunduğunu fark etti, potette’in yüzüne bile bakmadı. Tuvaleti biter bitmez ayağa kalkıyor ve donunu, pantalonunu tam olarak çekemediği için mecburi geyşa adımlarıyla bıdı bıdı evin içinde dolanmaya başlıyordu. Bahar gelince hem donunu hem de pantalonunu kendisi çıkarıp giyebildiği için evde ziyadesiyle “free” dolaştı. Havaların aşırı ısınmasıyla birlikte bu kısmi free olma durumu anadan doğma diyebileceğimiz tamamen free olma haline dönüştü:)
Bizim tuvalet meselemizin bu kadar uzamasının en önemli sebebi ara ara ciddi kesintilere uğramasıydı. Mesela evin alışverişini ben yaptığım için havanın soğuk olduğu günlerde evde babasıyla kalıyordu ve babası Selin’in bezi olmadığını işe dalıp ortalık perişan olduğunda hatırladığından evden çıkarken altını bağlayıp ya da bez don giydirip çıkmak zorunda kalıyordum. Yine de en son Nisan ayında İstanbul’a gidene kadar her şey gayet yolundaydı. Kakasını olmasa bile çişini söylüyordu ve çok az kaza yaşıyorduk. Yine gündüz ve gece uykularında uyku donu giydiriyordum tabii. Ama İstanbul’da Deniz’in altının temizlendiğini gördü bir kaç kere ve Ankara’ya döner dönmez tuvaletini söylemeyi kesti. Çok moralim bozuldu. Fazla da üstüne gidemedim, hassas konu diye. Ama bu süre uzamaya başlayınca kendimi tutamayıp fena halde kızdım. En yapılmaması gereken şey olduğunu biliyorum. Ben de insanım, bazen sabrım taşıveriyor işte. Neyse, bunun şokuyla 3-4 gün daha söylememeye devam etti. Sonra bir sabah yüzümüzü yıkamaya banyoya giderken kendisi lazımlığa oturmak istedi. Büyük tuvaletini genelde kahvaltıdan sonra veya akşam üzeri yaptığı için yakalayabilmek daha kolay olur diye düşünüyordum. Ama hiç öyle olmadı çünkü bu sefer uykudayken yapmaya başladı. Bu süre boyunca sabah kalktığında bez donu –biz ona uyku donu adını taktık, hep dolu oluyordu.
İki aydan fazladır, geceleri uykusunda büyüğünü yapmıyor. Artık bezsiz rahat rahat dışarıya çıkabiliyoruz. Dışarıda çişi, kakası geldiğinde hemen söylüyor hatta bazen canı sıkıldığında “çişim yok anne” deyip beni ayaklandırıyor, sonra da tuvalette beyaz balinanın şarkısının söyleyip “bitti galiba” diyor:) Uygun bir yerde değilsek ve potette’ini sokağa kurmak istersem “yannış yey anne!” diyerek ağlamaklı bir vaziyette itiraz ediyor ve uzun süre tutuyor. Son yirmi gündür bu duruma güvenerek gündüz uykusuna da normal donuyla yatırıyorum. Ayvalık’ta olduğumuzdan akşamları uyku donsuz yatırmaya hala cesaret edemiyorum çünkü sıcaktan bunalıyor ve kalkıp kalkıp su içiyor. Ama Ankara’ya döner dönmez normal donla yatırmaya başlayacağım.

Bu tuvalet işi biraz beni uğraştırmış gibi görünse de aslında tam da olması gerektiği gibi süregeldi ve artık nihayete erdi. Bu süreçte annelere naçizane tek bir tavsiyem olabilir: Sabırlı olun!

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails