26 Mart 2010 Cuma

Selin’in Kitaplığından...-8

Bu haftanın kitabı yine T. İş Bankası Yayınları’ndan. Ian Whybrow’un yazdığı, Rosie Reeve’in resimlediği GOFRET İLE BABASI. Baba fare Susam, sabah dışarı çıkmadan önce oğlu Gofret’le her zamanki tedbirlerini tekrar eder. Bir şey unutup unutmadıklarını sorar ve Gofret unutmadık deyince aceleyle yola koyulur. Gofret büyük kedinin onu rahatsız etmemesi için evde yapması gereken her şeyi sırayla yapar ve aniden babasıyla çok önemli bir şey yapmayı unuttuklarını farkeder. Babasının peşinden seslenir, sesini duyuramaz. Bunun üzerine babasının peşinden koşmaya başlar, bir türlü yetişemez. Baba fare ambara girip çuvalını buğdayla doldururken kedi de takiptedir. Kedi tam baba fareyi yakalayacakken Gofret gelir ve var gücüyle babasına “çok önemli bir şey unuttuk” diye bağırır. Babası çuvalını düşürür, gürültü olur ve kedi kaçar. Gofret “sabah birbirimize sarılmayı unuttuk” der ve babasına sarılır. Sonra da evlerine döner, güzel bir yemek yerler. Babası Gofret’i yatağına yatırır ve bu sefer ona sıkıca sarılmayı unutmaz.
Bu kitabı konusuna uygun olarak babası okudu Selin’e. İlk okuduğumuzda önce resimlerdeki ‘piisi’ye takıldı doğal olarak. Beş dakika sonra ikinci kez okumamızı istedi. Bu sefer ben okudum kitabı. Kitap bitince yerinden kalkıp babasına doğru gitti ve en cilveli, en yumuşak sesiyle ‘baba baba’ diyerek boynuna sarıldı:) Selin zaman zaman kitabı alıp getiriyor ve önce babasının sonra da benim okumamı istiyor. Hem anlatım dili hem de resimleri çok güzel bir kitap. Sade ifadeler ve yumuşacık renkler seçilmiş. Kitabın boyutu ince kuşe kağıda basılmış olmasına rağmen çocukların tutabileceği büyüklükte ve kapağı da kalın kartondan olduğu için Selin kendi başına sayfaları çevirmekte zorlanmıyor.
Not: Köprü vermek üzere T. İş B. Kültür Yayınlarının sitesine baktığımda bu kitabın MEB’in belirlediği el yazısıyla basılmış olanını da gördüm.

23 Mart 2010 Salı

Teselli, Bale, Nasıl Yani?...

Bu hafta sonu da çok hareketliydi. Cumartesi günü yine mutat Orff dersine gittik veee bu sefer fotoğraf çekebildim. Çünkü benim Munise kızım azıcık ortalığı velveleye verdi. Nasıl mı? Ders sırasında Çağrı öğretmen çocuklara tam ellerine uygun kısa bagetlerden veriyor. Bazen birbirine vurarak bazen yere vurarak bazen de benim kızım gibi kaloriferin üzerinde gezdirerek ses çıkarıp ritm tutmayı öğreniyorlar. Buraya kadar bir sorun yoktu ama ne zaman ki bagetler toplanmaya başladı, Selin “katiyen vermem” moduna girdi. Öğretmeni “kalabilir, sorun yok” dedi ama bu sefer de başka çocuklar gelip “hepsi toplandı, niye sende var hala” edasıyla elinden almaya çalıştılar bagetlerini. Selin de ağlamaya başladı ve film de bu sahneyle açıldı. Selin’in ağladığını gören Mira ve Zeynep derhal bulundukları yerden kalkıp Selin’in yanına geldiler ve sarıla okşaya teselli etmeye başladılar. Bir taraftan sırtını sıvazlıyor bir taraftan kendilerince “üzülme olur böyle şeyler” diyorlardı. (Bakınız yukarıdaki seri fotolar.) Tek kelimeyle...koptuk!:) Neyse ki dersin sonlarına doğru oldu bu olay. Ben de bu duraklamadan istifade, biraz fotoğraf çekebildim.

Ders bittikten sonra hava güzel diye biraz dışarıdaki salıncaklarda oyalandılar. Önce Zeynep Selin’i, sonra Selin Zeynep’i salladı. Sonra baktılar böyle olmuyor, başka bir salıncakta sırt sırta verip birlikte sallandılar. Komik ötesiydi halleri:) Selin oyun parkını bırakmak istemedi. Tam Zeynep de Selin’e katılmak üzereydi ki “hadi ama yemeğe gidiyoruz” dedik ve Zeynep anında tırmanmayı bırakıp “mamma hı hı, mamma hı hı” (tercümesi “Ayol, yemek yemek varken burada oynanır mı? Kalk, gel çabuk”) diyerek gidip Selin’i kolundan çekiştirmeye başladı:) İşte nasıl oldu bilmiyorum, Selin’i bir şekilde arabaya binmeye razı edebildik ve hem yemek yemek hem de yeni bir oto koltuğu almak üzere hep birlikte Armada’ya gittik. Yemeklerini ve sezonun ilk dondurmasını afiyetle yediler.
Oto koltuğu meselesi epeydir gündemimizde yer işgal ediyordu. Uzun zamandır da Meleğim oto koltuğunda boyunun uzunluğu yüzünden bacakları neredeyse ön koltuğa değecek şekilde oturuyor ve maalesef koltuğun kendi emniyet kemeriyle bağlanamıyordu. So olarak koltuk bir de dar gelmeye ve meleğimin omuzları önde durmaya başlayınca uzatmayalım bu işi dedik. Biraz araştırınca baktım ki şimdi bir klasik oto koltuğu alacak olsam en fazla bir yıl kullanabileceğiz. Fiyatları da acayip. Şu boosterlardan alsam olmaz mı derken Banu sağolsun pek destekledi beni. Geçen hafta aynısından alan Umurcuğum da “Ada çok rahat etti, biz de çok memnun kaldık” deyince almaya karar verdim. Fiyatı da çok uygun gerçekten. İlgilenenler için bkz. Aradığımız modelin istediğimiz rengini bulamadık, sipariş verdik. Bu arada, yeni sezon çocuk eşyalarına ve oyuncaklarına bakarken kendimizi kaybetmeyelim diye de Banu’yla epey bir uğraştık. Eve vardığımız saat uyumak için bir hayli geç bir saat olunca Selin kendini oyuna verdi ve akşam 21.15 civarı artık uykusuzluktan sallanarak yatağa düştü:)
Pazar günü Meleğim ilk defa bale gösterisi izledi, arkadaşları Mira ve Zeynep’le. Ankara Devlet Opera ve Balesi’nin Küresel Isınma isimli çocuk balesini, çok gürültülü ve slayt gösterimindeki bazı kareler ilkokul ve hatta ortaokul çocukları için bile ürkütücü olsa da gözünü ayırmadan dans eden ablaları seyretti. Tabii ki gösterinin sonunda ortalığa çıkıp döne döne dans etti. Salondan ayrılmadan önce bir de sahneye çıkmak istedi. Üçünü de sahneden yine yemeğe gidiyoruz diyerek aşağıya indirebildik. Selin’e gösteriyi beğendin mi diye sorduğumda keyifle “ebeet (evet)” dedi.
Yemekten önce Banucuğumun kuaförüne uğrayıp şip şak saçlarımı kestirdim ve böylece uzuun bir zamandan sonra nihayet saçlarını açık bırakabilen kadınlar arasına karıştım. Saçlarım kesilirken kızlar dönüp dönüp beni seyrettiler. Tam yerdeki saçları toplamaya girişiyorlardı ki... işimiz bitti.
Yemek faslı yine bir alemdi. Bahçeli 3. Caddede –ki benim çocukluğumun ve ilk gençlik yıllarımın geçtiği semt olması sebebiyle iyi bilirim ve çok severim, güzel bir kafede oturduk. Servis biraz ağırdı. Munisem azıcık et ama çokça çikolatalı pasta yedi. Ben neler varmış diye içeriye bir bakalım dediğim anda olay bitmişti aslında. Çünkü Selin vitrinde “ye beni! ye beni!” diyen pastaları görmüştü. Mira da alt sıradaki pastaların hepsine “şu benim, şu benim, şu da benim” diyerek sahip çıktı ve Selin’le Zeynep’e bir üst raftaki pastaları uygun gördü:) Bebeğim ‘çututlu (çikolatalı)’ pastanın hayaliyle zorla ağzına bir kaç lokma et atabildi.
Esasen Meleğim orada beni çok şaşırtan bir şey yaptı. Tam iki kere ç.işini söyledi. Dışarıya çıkarken hep bez don kullandığımızdan şimdiye dek hiç söylememişti. Bundan böyle potette’ini her yere taşımaya ve uzun zamandır düşündüğümü yapıp yakın mesafelere normal donla götürmeye karar verdim. Sanırım Meleğim “artık hazırım” diyor bana.
Son iki haftadır gittiğimiz yerlerde kızlarımızı birbirleriyle pek ilgili ve de gayet uyumlu oynarken görüp “üçüzler mi?” diye soranlar oldu. Biz anneler şaşkınlıktan sadece “nasıl yani?” diyebildik. Yurdum insanı saç ve ten rengi çok yakın insanları birarada gördü mü illa bir akrabalık yaratmaya bayılır zaten:) Hani annelerden birini kızlarla görüp ikizler mi diye sorsalar belki bir derece hak verebiliriz de başlarında üç kadınla görüp üçüzler mi diye sorulunca hakikaten dumura uğradık.
İtiraf ediyorum, çocuklar kadar hatta onlardan daha fazla biz annelere iyi geliyor bu hafta sonu buluşmaları. Artık daha uzun süre sohbet edebiliyoruz. Öyle ki mesela biri biraz uzaklaşacak olsa diğerlerine “hadi kızım git getir arkadaşını” diyebiliyoruz. Her zaman birlikte geliyorlar mı? Elbette, hayır! Zaman zaman hepsi gittikleri yerde kalabiliyorlar:) E, o kadar da olsun artık:)

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails