7 Mayıs 2010 Cuma

Selin’in Kitaplığından...-13

Bir CEMİLE çılgınlığı yaşıyor Selin son günlerde. Hani mümkün olsa her gece başka bir Cemile kitabını okuyacağız. Hoş, şimdiye dek 4 kitap etti ya... Bir kere okumayla kalsa iyi, her gece aynı kitabı en az 3 kere okuyoruz. En son okumayı da Selin “Dün sabaah” diye başlayarak yapıyor:) Çeviri (Seda Darcan Çiftçi’ye ait) gayet başarılı olmakla birlikte ziyadesiyle devrik cümleler var ve çoğunu değiştirerek okumak durumunda kalıyorum. Kitap yine bir Belçikalı işi. Orijinali “Camille” olan seriyi Aline de Pétigny yazmış, Nancy Delvaux’da resimlemiş. Belçikalılar bu işi cidden iyi biliyor. Çünkü esaslı bir “bande dessinée (çizgi roman)” okur kitlesi var. Koca koca insanlar, elbette içerikleri kendi yaş gruplarına uygun kitapları ayıla bayıla alıp okuyorlar. Böyle bir kültür oluşmuş ülkede. Brüksel’e ilk gittiğimde kitapçılarda bu kitaplara ayrılan bölümleri görünce çok şaşırmıştım. Dolayısıyla bu tür başarılı serilerin Belçikalıların elinden çıkmasına şaşırmamak gerek.
Aslında ben bu tarz çocuk kitaplarından hiç haz etmem. Bir de yayınevinin kapağına neden koyma gereği duyduğunu bir türlü anlamadığım ve beni huylandıran ‘karakter eğitimi’ vurgusunu görünce uzun zaman uzak durdum bu seriden. Fakat geçenlerde her İstanbul’a gidişimizde evin kalabalığı ve canlılığı dolayısıyla uyumak istemeyişini hatırlayıp bir deneyelim bakalım dedim ve giderken “Cemile uyumak istemiyor” kitabını aldım. Meğer kızım böyle bir kitap beklermiş. Ankara’ya dönünce İstanbul’da Deniz’in altının değiştirildiğini görüp çişini kakasını söylemekten vazgeçince “çişini altına yapıyor” u aldım. Acayip işe yaradı ve en azından çişini yeniden söylemeye kakasını da belli etmeye başladı. “banyo yapmak istemiyor”u kaç kez okuduğumuzu hatırlamıyorum. Son iki günün yıldızı ise çıkartmalı kitaplardan “kek pişiriyor”. Bu akşam lazımlığında bu kitabı okurken ilettiği özel isteği üzerine yarın birlikte kek yapacağız:) Önümüzdeki günlerde yapacağımız kısa tatile hazırlık olsun diye “yüzmeyi öğreniyor”u da aldım ama henüz okumadık. Tatile gidince okumayı düşünüyorum. Bu yazıyı yazmadan önce Cemile üzerine yazan var mı diye baktım. Sevgili Raife’nin (Polat) çocukluğumda bütün kitaplarını neredeyse onlarca kez okuduğum, o herşeyin idealize edildiği, çizimlerinin kusursuz ve karakterlerin fazlaca “beyaz” olduğu Ayşegül serisine arkadaş geldi diye müjdelediği şu yazısına bir göz atın, derim. Elbette bu seriyi çok beğenenlerin yanı sıra içeriği felaket diyen anneler de var. Ben seriyi fazlacana doğrudan öğretici bulmuş ve pek beğenmemiş olabilirim ama kızım beğendi ve zevkle okuyup okutuyor. Bana da bu noktada susmak düşüyor. Çoğumuz gibi ben de kişiliğini oluşturmaya çalıştığı bu ilk ergenlik döneminde tercihlerine, isteklerine en yüksek düzeyde saygı göstermeye çalışıyorum elimden geldiğince.

5 Mayıs 2010 Çarşamba

İstanbul Günleri 2

İstanbul günleri bu sefer Selin için çok eğlenceli geçti. En son Eylül ayında gittiğimizde Deniz daha tam yürüyemiyordu. Aradan geçen sürede yürümeyi bırakın koşmaya ve bayağı bayağı futbol oynamaya başlamış. Bir de acayip dillenmiş, gerçek bir papağan. Her duyduğunu söylüyor, sonra da unutmayıp doğru yer ve zamanda kullanarak bizi dumura uğratıyordu. İlk gittiğimizde Selin’e bıdır bıdır bir şeyler anlatıyor, arada da sorular soruyordu. Baktı Selin cevap vermiyor, kafasını çevirdi ve gayet yüksek bir tondan “Selin, konuş!” dedi:) Hoş, nazlı kızım ancak bir iki gün sonra mır mır bir şeyler söyledi ama yine de bu durum Selin’in işine yaradı tabii. Alışma devresi bitince Meleğimin dili acayip açıldı.
Koridorda Ahmet dayılarıyla futbol oynarken Deniz ‘gooool’ diye bağırıp bağırıp kendini yerlere attı. 3 dakika sonra Selin’i de topa vururken ve yerde ‘gôôôl' diye bağırmaya çalışırken gördüm. Kibar ya, sesli harfleri inceltmeden söylemediği gibi bağıramıyor da:)
İlk iki buluşmalarında Deniz Selin’i ittirerek kendine yol açarken veya elindekini almak için gayri ihtiyari vururken Selin de ağlamaya başlıyordu. İki gün sonra bir baktık, Selin tırnaklarını çıkarmış (gerçekten, şaka yapmıyorum) Deniz’in suratını tırmalıyor. Sonunda bir şekilde anlaştılar ve kalan günlerini çok ufak müdahalelerimizle can ciğer kuzu sarması şeklinde geçirdiler. Selin şimdi sabah akşam “kaadeş Deniz” diyerek sayıklıyor. Deniz de durup durup gayet üzgün bir sesle “Selin Ankaya’ya gitti” diyormuş.
Büyük ablamlara ilk gidişimizde hava biraz bulutluydu ve bahçeye çıkmaları mümkün olmadı. Önce Deniz, Selin’e kargaları gösterdi, sonra biraz birbirlerini hırpalayıp, uyudular. Uyanınca bu sefer Deniz’in odasında oynadılar. Doğal olarak Selin neye elini atsa Deniz istiyor, Deniz neyle oynasa Selin de oynamak istiyor. En sonunda ikisini de yatağa çıkarıp önlerine paylaşamadıkları oyuncağı koydum ve sen şu tuşlarla sen de şunlarla oynayabilirsin diyerek aralarında bölüştürdüm. Sonuç şahaneydi, 20 saniye kadar birlikte oynayabildiler:)
Sonraki buluşmalarında artık iyice birbirlerine alışmışlardı. Pisi kedisini ve Kitty’sini kimselere vermeyen kızım Akvaryum’a giderken Deniz’in elinde oyuncak olmadığını görünce hemen Kitty’sini uzattı:) Çok duygulandık, “ayy canııım!” tepkisi verdik ve olay bitmiştir, dedik.
Bu gidişimizde de bahçeye çıkmak ve içeri girmek konusunda epey bir mücadele ettik Selin’le. Önce bahçedeki kurumuş yaprakları su dolu büyük bir yoğurt kabına tek tek attı. Kesmedi, çiçekleri suladı. İçinde çiçek olmayan toprak dolu saksılara bile su döktü. Hem bahçeyi hem de kendini sular içinde bıraktı. Bir ara bulutlar güneşi kapatıp havanın rengi griye dönünce biraz üşüdü de “biyaz soûk, üşüdü, yêni blûz giy (biraz soğuk oldu, üşüdüm, yeni bluz giyeyim)” dedi ve nihayet eve girdik.

Devamı var... Turkuazoo ve Dolphinarium'da... Üstelik bol fotoğraflı ve videolu...

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails