8 Kasım 2012 Perşembe

Geleneksel Grip Günleri


Her yıl Kasım ayıyla birlikte başlayan Geleneksel Grip Günleri tüm hızıyla devam ediyor. Bu senenin baş konukları sinüzit ve faranjit idi. Genellikle ayrı ayrı zamanlarda sahne almalarına rağmen bu sene birlikte katılmayı tercih ettiler. Aralarındaki “hangimiz daha yıpratıcı olacağız, görelim” türünden atışmanın varacağı nokta merakla bekleniyordu. 
Sinüzitin burundan başlayarak şakaklar üzerinden kafanın her yerinde hissedilen yoğun ağrı şeklindeki performansı zaman zaman inlemelere neden olmuşsa da faranjitin yarattığı etkinin yanında zayıf kaldığı görüldü. Faranjit her zamanki gibi performans alanı olarak boğaz ve boyun bölgesini seçmişti. Bu sene vurucu bir etki olarak boğaz yolunu kapatması etkinlik alanında ciddi tahribata yol açtığından acilen bakım onarım ekipleri çağırıldı. Yıllardır işlerini büyük bir ciddiyetle yapan ve ekiplerini belirli aralıklarla yenileyen antibiyotik iki gündür canla başla çalışıyor. Bu arada bol oksijenli su ile etkinlik alanını temizlemeyi hedefleyen aklım, daha önce nerelerdeydin? sorularını geçiştirmeyi tercih etti.  Güçlendirme grubunun profesyonellikleri herkesce malum yiyecek ekibinden tarhana ve mercimek çorbaları da olağanüstü  bir gayretle görevlerini yaptılar. Aynı grubun uyku ekibi ise faranjitin bilhassa uyku sırasında geniz akıntılarını kışkırtarak hırçınlaşan tavrı karşısında sık sık kesintiye uğrayan çalışmaları yüzünden zor anlar yaşadı.
Etkinlik henüz bitmiş değil fakat faranjitin de artık yorulduğunu ve etkilediği alanlardan yavaş yavaş çekildiğini söyleyebiliriz. Etkinliğe ev sahipliği yapan vücudumun artık geleneksel hale gelen grip günlerinden çok sıkıldığını da hemen belirtelim.

14 Haziran 2012 Perşembe

Ekofeminizm üzerine...

Dünya çevre haftası nedeniyle birçok yerde, doğayı nasıl mahvettiğimize ya da kalanı korumak için neler yapmamız gerektiğine dair yazılar yazıldı. Ben de bu köşede haftanın anlam ve önemine uygun olarak ekofeminizm hakkında bilgiler derleyip sizlere aktarayım istedim. Önce tabii bir ekofeminizm tanımı vermek lazım.
Ekofeminizm, uzun zamandır eşit hak ve yaşam mücadelesi veren kadınların, kapitalist düzenin, canlıların yaşam hakkını yok sayma noktasına varan tüketimi pompalama ve her şeyi metalaştırma anlayışına karşı bir duruş geliştirmesidir. Elbette, sadece kadınların çevre politikalarında aktif olmasını savunmakla kalmaz, aynı zamanda militarizme, heteroseksüellik dayatmasına ve emperyalizme de karşı durur.
Devamı burada...

Not: Yukarıdaki resim http://ecotopianetwork.wordpress.com adresinden...


30 Mart 2012 Cuma

Bi Öpiim, Geçsin mi Hemen?

Geçen hafta cuma akşamı değil Ankara’ya, Türkiye’ye geldiğimizden beri ilk defa caz dinlemeye hem de Sibel Köse’yi dinlemeye gidecektik, gittik de. Çoook iyiydi hatta iyiden de öteydi. Neyse, konu bu değil, Selin biz evden çıkarken oyun ablası geldi diye sevinçten düz duvara tırmanacak kadar sağlıklı gözüküyordu. Eve döndük, diğer oyun ablamız Beste’yi yolcu ettik ve hemen meleğime bakmaya odasına gittim. Eğilip bir öpeyim dedim, baktım alev alev yanıyor. Hiç öyle çabuk ateşlenen bir çocuk değildir. Neyse hem kulaktan, hem kol altından ölçtük, gördüğümüze inanamadık çünkü:39.2. Çok şükür biraz şiddetli geçen bir grip teşhisi koydu doktorumuz, şurubunu ilacını verdi ve Selin burun akıntısı devam etse de perşembe günü itibariyle ayağa kalkıp zıpırlık yapacak kadar iyileşmişti. Şimdi az buçuk bu blogtan bizi tanıyanlar hemen şu soruyu sorabilirler tabii: Sıra kimdeydi? Bu sefer ikinciliği Selin’den de ağır bir biçimde babası aldı. Bitti mi? Elbette hayır. Salı gecesi başlayan ve çarşamba akşamı itibariyle beni yataklara seren berbat bir vaziyetteyim. Bundan öncekileri biraz da zorunluluktan ‘hastayım ayaktayım’ modunda geçirdiğimden bu seneyi böyle kapatacağım herhalde diyerek erken sevinçlere gark olmuştum. Bu senenin ağır gribinin zamanı da buymuş demek ki.
Biz bir taraftan anne ve baba olarak birbirimize bakmaya çalışıyor, diğer yandan bizi yanaklarımızı okşayarak “ay ay, nasıl da hasta olmuş annem, babam? Bi öpiim geçsin mi hemen?” diyerek seven ve tabii 2 dakika sonra bu sevgi gösterilerine rağmen bizimle oynayamadığı için mızıldayan ve sonuçta kendini durmaksızın masal anlatmaya veren Selin’i sabırla dinlemek için zorluyoruz. Bu konuda söyleyecek tek bir lafım bile olmaması gerektiğini, yıllaaar yıllar önce aynı zulümle titrettiğim aile fertlerinden nezaket dolu sözlerle duyunca, kendimi “Al işte, bana benzemiyor deyip duruyordun, şimdi benziyor. Memnun musun?” diye haşlarken buldum. Yani kısacası yine kendime kızacak bir şey bulmuş oldum. Sıkıldım tabii bu kendini didik didik eden anne modelinden. Neyse ki artık her daim değil de arada bir yokluyor. Bu seferkini hastalığıma veriyorum.   
Bu yazıyı da iki gün boyunca ‘iki dakika yaz, bir saat dinlen’ düzeniyle yazabildim. Şimdi düşününce zorum neydi, bilemedim. Aslında kitap tanıtımı yapmak üzere başladım yazıya ama daha önceden yazılmış kitap yazılarımı düzeltecek halim bile kalmadı.
Bir de Pazartesi günü başlayıp hastalığıma rağmen sürdürdüğüm ve istemesem de bu 5 gün içinde 1,5 kilo verdiğim (ödem atıyor da olabilirim) Karatay diyetimi anlatacaktım. Artık iyileşince ...Boşuna dememişler 'her şeyin başı sağlık!' diye.
Herkese bol okumalı ve sağlıklı bir hafta sonu diliyorum.

Not: Fotoğraf, Ocak ayında Gordion AVM'de sergilenen kaplumbağa heykellerinin üzerindeyken çekildi.


26 Mart 2012 Pazartesi

Yeni Bir Bahar Haftasına Başlarken...


Geçen yıl Selin’in komik laflarını, cevaplarını pek düzgün kaydedemedim bilgisayara. Kullandığım defterlere, küçük kağıtlara filan yazdım. Hemen ardından bilgisayara aktarmayınca öyle dağınık kaldı, şimdi toparlamakta güçlük çekiyorum. Bu sene öyle olmasın diye günlük notlarımı aldığım defterin bir bölümünü Selin’e ayırdım. Haftaya gülerek başlayalım diye sene başından beri yazabildiklerimden bir kaç tanesi aşağıya yazdım. Diğerlerini de en kısa zamanda blogun Selin’den İnciler sayfasına ekleyeceğim.  Herkese bol güneşli günler!


30 Ocak 2012 Pazartesi
Tuvalette lazımlığında oturmuş vaziyette bana yine masal anlatmaya başlamışken aramızda şöyle bir kısa konuşma geçti.
S.- ....ormanda yürümüş yürümüş yürümüş. Fakat maalesef ziyadesiyle yorulmuş...
Ç.- Selinciğim, lafını balla bölüyorum ama geç kalıyoruz. Masalına arabada devam etmen gerek, tatlım.
Çok ciddi ve hafif kızgın bir ifadeyle gözlerime baktı ve
S.- Anne, sözümü kesmenden hiç hoşlanmıyorum. Çünkü sonra lafımı unutuyorum ve bu da canımı çok sıkıyor.
Ç.-???


07 Şubat 2012 Salı
Doğum gününde anneannesi, Akın dedesi ve Gülannesi Selin’e mıknatıslı çubuklar ve bilyelerden oluşan bir set gönderdiler. Bir kaç ay önce halen gittiği yuvada çok daha büyük boyda çubuk ve toplarla nasıl güzel oynadığını, ne kadar şahane ve faydalı bir oyuncak olduğunu (aynen bu sözlerle) günlerce anlatmış, sonra öğretmeninden izin alarak görmem için beni sınıfına çağırmıştı. Ben de aynı setin daha küçük boyda olanlarından görünce hemen haber vermiştim Gülannesine. Ben şimdiye dek hiç bir oyuncak ya da oyun setini tavsiye etmedim bu blogda ama bu seti ayrı bir yazıyla tanıtacağım. Neyse, konuya dönecek olursak, Selin her gün en az yarım saat kadar bu setle oynuyor mutlaka.
Yine bir akşam üstü yuvadan eve döndük ve hemen odasına gidip oynamaya başladı. Babası eve geldiğinde salona gelip “Baba bak, büyük bir üçgen yaptım”dedi. “Aa, evet, ne güzel olmuş”dedik. Babası yaptığı üçgeni eline alıp masada dik tutmaya çalıştı ve elbette olmadı. Selin bunun üzerine “Ama baba o öyle dik duramaz, yatay olarak durabilir ancak, ayakları yok ya!” dedi. Biz dumur olmuş vaziyette birbirimize bakakaldık. Bir kaç dakika sonra üçgeni bozup değişik bir şekil yaptı. Babası “Bu şeklin bir adı var mı?” diye sorunca Selin parmağını gezdirerek şeklin kenarlarını sesli saydı, kafasını kaldırıp bize baktı ve “Evet, var tabii. Bu bir beşgen, çünkü beş kenarı var” dedi. O an dumur ötesiydik.


13 Şubat 2012 Pazartesi
Selin’i yuvadan aldım. Arabaya biner binmez “Bi masal?” diye sordu. “Elbette” dedim ve başladı. Masalının bir yerinde kötü korsanlar çocukların oyuncaklarını, kitaplarını alıyor, vermeyen çocukları da öldürüyor. (Yuvada oğlanlar sürekli savaş oyunu oynadığından bizimki de öldürmek kelimesini öğrenmiş durumda ama ne anlama geldiği kafasında hala net değil.) Masalına şöyle devam etti:  Neyse anneciğim, sonunda kötü korsanlarla konuştuk vee kitapları, oyuncakları alma sorununu hallettik. Çocukları da öldürmicekler, o sorunu da hallettik konuşarak. Fakat maalesef, korsanların kötü olma sorununu bir türlü halledemedik(!). Nedense iyi olmayı kabul etmiyolar. Halbuki bi iyi olsalar bütün çocuklar onlarla oynıcaklar. Sence n’apabiliriz anne? Bana bi fikir verebilir misin?


13 Şubat 2012 Pazartesi
T.- Bugün ne yedin okulda, Selin?
S.- Hatırlamıyorum baba.
T.- Nasıl olur canım, bugün yediklerini soruyorum.
S.- Sorunu anladım baba ama gerçekten hatırlamıyorum. Şu mutfaktaki listeye bir baksam hemen hatırlarımJ
T.- ???

5 Mart 2012 Pazartesi

Alternatif Anne'de Yeni Bir Bölüm: Feminist Anne

Uzun zamandır düşünüyordum, Alternatif Anne'de bir de "Feminist Anne" olmalı, diye. Ama bunu bir fikir olarak bile dile getirmeye cesaret edememiştim. Ne zaman ki önümüzdeki sene başlamayı planladığım doktora programına hazırlık amacıyla Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları bölümüne özel öğrenci olarak kabul edildim, o zaman "tamamdır, zamanıdır" dedim. Fikrimi Gülüş'e açtığımda "ah, ne kadar iyi düşünmüşsün, harika olur, hemen hemen" dedi. Eğer hazırlanmamı gerektiren bir durum varsa, benim hemenim, karakterime hiç de uymayan bir şekilde zamana yayılabiliyor. Bu yüzden bu bölüm, neredeyse iki ay açılmayı bekledi.  Bir kadın olarak o kadar önemli bulduğum bir konu/alan ki, durduğu yerde duramayan ben, durdum. Şimdilerde evden çıkmak istemeyecek kadar makalelere gömülmüş durumdayım ve tuhaftır, acayip iyiyim hatta mutluyum da denebilir. Okunacak, öğrenilecek çok makale/kitap, sorulacak çok soru ve incelenecek çok sorun var.  
Aşağıdaki yazı, feminist anne olarak yazdığım ve cuma günü yayımlanan ilk yazı. Feminist olsun olmasın, herkesin katkılarını, yazılarını ve yapıcı eleştirilerini beklediğimiz yeni bir bölüm. Her başlangıçta söylendiği gibi: Yolumuz açık olsun!

Feministleştiremediklerimizden misiniz?
Feminizm… Ne ağır bir konu, ne kadar derin, ne kadar karmaşık ve ne kadar hayati! Sadece biz kadınlar için değil herkes için önemli. Feminizmin kadınlar tarafından bile hala “erkek düşmanlığı” olarak algılandığını görmek beni pek de şaşırtmıyor aslında. Sadece, daha özgür ve daha eşitlikçi bir dünya istiyorsak eğer, bu konuda bir şeyler yapmak ve mümkün olan her mecrada feminizmin ne olduğuna ve olmadığına dair bir kaç kelam etmek, ettirmek zorunda olduğumuza işaret ediyor.
Önce şöyle herkesin aklında kalabilecek basit, sağlam ve anlaşılır bir tanıma ihtiyaç var ve Bell Hooks “Feminizm Herkes İçindir” başlıklı kitabında –ki bu alanın başlangıç kitabıdır, harika bir tanım yapmış. “Feminizm, cinsiyetçiliği, cinsiyetçi sömürü ve baskıyı sona erdirmeye çalışan bir harekettir.”
Devamı mı ? Burada... 

2 Mart 2012 Cuma

Selin'in Kitaplığından...- 42, 43, 44

Bu etiketi taşıyan yazılara şöyle bir baktım ve 22 Temmuz’dan beri kitap tanıtımı yapmadığımı fark ettim. Çok olmuş. Bu hafta üç kitapla tekrar başlıyorum, hemen. Tırtılların kelebeğe dönüşmesi çocuk/bebek kitaplarında çok kullanılan bir süreç.  Eric Carle’ın “The Very Hungry Caterpillar”ı, Tübitak yayınlarından çıkan Anna Milbourne ait “Kelebek” kitabı hemen aklıma gelen iki güzel örnek.  Redhouse Kidz’den çıkan, Paula Carbonell’in yazdığı ve Chené Gomez’in resimlediği KELEBEKLERİN YOLCULUĞU da artık hemen hatırlayacağımız kitapların arasına katıldı. Bu sefer konu tırtılın kelebeğe dönüşmesi değil, bir tırtılın araları topu topu 5 metre olan portakal ağacından limon ağacına kadar gidebilmesi –ki bu bir tırtıl için dünyanın yolu demek. Kendi başına gitse iyi. Yolda bir de beni de götürsene diyen çekirgeyi, kulağakaçanı, uğurböceğini, karıncayı ve pireyi de sırtına alır. Limon ağacına geldiğinde arkadaşlarını yere indirir ve bir yaprağa tırmanır ve hikaye de buradan itibaren heyecan kazanır.  Tırtılı yemek üzere gelen bir eşekarısından çekirge ninnisiyle kurtarır. Zehirli örümcekten de kulağakaçan. Tırtılın yaprağını yemeğe gelen pireleri uğur böceği kovalar, yaprağı yuvalarına götürmek isteyen karıncalara da yine bir başka karınca engel olur. Tırtıl tam bir kuşa yem olacakken pire onu bir çiçeğin arasına saklar. Nihayet tırtıl kendine bir yer bulur, kozasını yapar ve o meşhur uykusuna dalar. Uyandığında şahane kanatlı bir kelebektir artık.
Kitabın en beğendiğim tarafı tırtılın kelebeğe dönüşmesinden çok, iyilik yapmanın ve dayanışmanın önemini vurgulaması. Tırtılın yolculuğu aslında hayatın ta kendisi ve bu macerada iyilikler ve iyiler kadar kötülerle de karşılaşıyor tırtıl. Metnin kafiyeli ve tekrarlardan oluşması akılda kalıcılığını artırıyor. Çizimleri, renkleri ve diliyle sade, rahat  ve mütevazı bir kitap. Biz çok sevdik.
Bu kitaba Dolap’ta değil de radyo yayınında rastladık. Dinlemek isteyenler için tık.
İkinci kitabımız dışarıdaki havayla çok uyumlu. Küçük penguen Pipkin’in BİR MİLYON NE KADAR BÜYÜK? sorusuna aradığı cevabın öyküsü. Tübitak Yayınları’ndan çıkan 3+ yaş grubuna yönelik neredeyse tüm kitaplar gibi bu kitabı da Anna Milbourne yazmış, resimleyen Serena Riglietti. Kitabı özetleyen bir alıntı yaparak işimi, kolaylaştıracağımJ Pipkin arayışlarının sonunda hayal kırıklığıyla “ON leziz balık, YÜZ sıcak penguen, BİN sevimli kar tanesi ve yepyeni BİR arkadaş buldum. Ama ne kadar uğraştıysam da bir milyonu bulamadım”der annesine. Annesi Pipkin’e sımsıkı sarılır ve bir milyonu göstermek üzere onu dışarıya çıkarır. Kitabın sonuna, Pipkin’in ne gördüğünü görmek için bir zarf konulmuş. İçinden kocaman bir poster çıkıyor. İlk seferinde çok heyecanlandı Selin, içinden ne çıkacak diye. Sonra baktım her defasında posteri açmaktan ve uzun uzun bakmaktan çok zevk alıyor. Selin bir kitabı beğendiğinde en az bir hafta süreyle o kitap her gece okunur, başka kitaplarla birlikte. Yani bizim evde her haftanın bir başka demirbaş kitabı oluyor.J Yine bir gece kitabı okuyup posteri açtıktan sonra pencerenin yanına gidip gökyüzüne baktı ve “bu gece hiç yıldız yok anne” dedi. Sonra benim bir şey söylememe fırsat bırakmadan, “Kışın geceleri pek yıldız olmuyor gökyüzünde anne ama yaz gelince dolup taşıyor. Galiba yıldızlar soğuk havada üşüyorlar biraz” dedi.J
Bu kitap Anna Milbourne’un diğer kitaplarından bir hayli farklı, çünkü öyküsü var. Biz bu kitabı da çok sevdik. 
Bu haftanın son kitabı T. İş Bankası Yayınları’ndan çıkan, Valerie Thomas ve Korky Paul’e ait, SAKAR CADI VİNİ’NİN KIŞ MACERASI. Sakar Cadı Vini bir seri ve her  ne kadar kitabın üstünde 5-8 yaş diyorsa da biz geçen yıldan beri okuyoruz. Aslında Sakar Cadı Vini’yi tüm kitaplarıyla ayrı bir yazıda tanıtmak istiyorum ama bu kitabın içeriğini bitmek bilmeyen karlı kış günlerine çok uygun bulduğumdan bu hafta tanıtmak istedim. Sakar Cadı Vini kış mevsiminden çok sıkılır ve bu durumu değiştirmek için bir sihir yapar. Sihirin sonunda bahçesi artık aynı yaz mevsimindeki gibi güneşli ve hava da sıcacıktır. Ancak kış uykusundan erken uyanan hayvanlar ve erken açıp hemen solan çiçekler bu durumdan hiç memnun kalmamışlardır. Üstüne üstlük bahçeyi görüp gelen, tanıdık tanımadık bir sürü insanın yarattığı çılgın gürültü, Vini ve kedisi Vilbur’un huzurunu fena halde bozmuştur. Tüm bunların üzerine bir de bahçesinde dondurma satmaya çalışan birini görünce Vini deliye döner ve tekrar sihir yapar. Bu sefer her şey aynen olması gerektiği gibidir. Yine mevsimlerden kıştır, kar yağışlıdır ve hava buz gibi soğuktur. Vini mutfağında kendine sıcak çikolata hazırlar ve bir dilim kek yer. Kedisi Vilbur’a da ılık süt verir. Yatağına yatar ve pencereden dışarıyı seyrederken “Yatağımız sıcak ve yumuşak. Galiba kış mevsimi de çok güzel” der. Kitabın verdiği mesajı yazmak anlamsız, çok açık ve eğlenceli bir dille veriliyor zaten. Beni en çok etkileyen Vini’nin sabrının, bu durumdan kazanç elde etmeye çalışan biri (dondurmacı) ortaya çıkınca taşması oldu.  Vini’nin Dolap’taki yeri için şuraya bakabilirsiniz.

27 Şubat 2012 Pazartesi

Babam Yeter Bana!

13 Şubat pazartesi akşamı yatmadan önce, salondaki oyuncaklarını toplarken babasından yardım istedi, Selin. Güle oynaya birlikte topladılar. Tam bitirmişlerdi ki kutuyu elinden düşürdü ve hepsi yine dağıldı. Hay Allah! deyip gülüşürken, “ben de yardım edeyim mi?” diye sordum. Tereddütsüz bir cevap geldi Selin’den: “Hayır, babam yeter bana!”
Salonun ortasında, dağılmış oyuncaklar, gülen bir küçük kız ve eriyen bir baba...

Not: Fotoğraf Selin'in yuvadaki doğum günü kutlamasından. Sırada doğum günlerine dair yazı ve fotoğraflar var.

24 Ocak 2012 Salı

İyi ki Annen Olmuşum!

Bal yanaklım,

İpek saçlım,


İyi ki seni doğurmuşum! İyi ki annen olmuşum!  


Yüreğinin iyiliği yolunu açık tutsun.

Yazdıkların, çizdiklerin etrafına ışık olsun.  


Aklın ve vicdanın güzel sesinle duyulsun.


Çevren hep iyi insanlarla dolsun.


Ömrün uzun, doğum günün kutlu olsun!

20 Ocak 2012 Cuma

Biz Bitti Demeden...


Hrantçığım,
Dün yine onbinlerce kişi senin için yürüdük.
Öyle doluydu ki yürekler, sesssiz kalamadı kimse, hep bir ağızdan sloganlar atıldı.
Daha özgür, daha aydınlık bir ülkede birlikte yaşamak isteğini haykırdı herkes.
Kimisi için bu kalabalık umut verici, kimisi içinse yetersizdi. 
Gelemese de aklı, yüreği orada olanlar da vardı elbet. 
Diğerlerinin ya kendi dünyalarından başka derdi yok ya gerçek dünyadan habersizler ya da ciddi şuur kaybından muzdaripler.
Tüm memlekette bu kadarız, topu topu bu kadarız işte.
Ama sadece bu fotoğraf bile "benim hala umudum var" demek için yeterli.
Bu davayı alay etme noktasına getirenlere rağmen, inatla direnmeye ve diretmeye devam.
Gelmeyenler, reddedenler hatta "hak etti" diyebilenler için bile barış, özgürlük ve adalet istemeye devam.
Sonsuz hasretle...
ç.

Not: Fotoğraf Barış Güngör Sulu Aş'a ait (Facebook'tan)

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails