25 Ağustos 2009 Salı

Tatil Sonrası İlk Buluşmamız

Cumartesi günü “çok özledik, görüşelim artık” yazışmalarının sonucunda hava güneşli, bahçe keyfi yapılabilir diye Banu ve Mira’nın davetiyle toplanmaya karar verdik. Sabah havanın rüzgarlı olduğunu görünce bahçe ve havuz keyfini iptal ettik. Kızların uyku saatinden sonra da düştük yollara. Gittiğimizde Mira’cığım, kendi deyimiyle hav hav dişleri:) çıkarmaya çalıştığından biraz yorgun ve mayhoş bakıyordu bize. Uzun zamandır görüşemediğimiz Ada ve Umur ise şaşkınlık içinde, elimden tutarak merdivenleri çıkan Selin’e baktılar kapının önünde epey bir süre. Selin Ada’yı görür görmez hemen yanaklarını okşamaya ve gülücükler atmaya başladı. Ben de Ada’ya sarılıp “Munun geçti mi bebeğim” diye sorunca sanki nereden biliyorsun der gibi yüzüme baktı. Sıkıntısı her halinden belli olan Miracığım annesinden bir saniye bile ayrılamadığı için koklaşamadık bile.Bir süre Mira’nın odasında oturduk. Biz konuştuk, Ada’yla Selin oynadı, Mira’da seyretti. Banu’nun bilhassa Kıbrıs’ta çok işine yaradığını söylediği pratik, taşınabilir lazımlık ve torbasını inceledik. Selin henüz bezden kurtulma emareleri göstermediği, Ada ve Mira ise bu işi hallettiği için konumuz öncelikle bez oldu. Banucuğum, bu ürünü ilk fırsatta blogunda tanıtman gerek bence. Bir müddet sonra her anne deyişinde emdiği için rahatlayan Mira’cığımın biraz gözleri açıldı da bizim de keyfimiz yerine geldi.Sabah pişirdiğim ve yaparken şunu da koyayım, bu da yakışır diyerek tarifini uydurduğum “Sebzeli Cevizli Kek”i çoğu zaman yaptığım gibi evden çıkmadan önce fotoğraflamayı unuttum. Neyse ki sofraya oturur oturmaz aklıma geldi. Fotoğraf çekerken de Mira’yla Ada ne yapıyorum diye yanıma gelip kekin başında beklediler. Bu sırada Selin ne yapıyordu diye sormak anlamsız, çünkü Meleğim masada oturmuş hiç istifini bozmadan aynı kekten bir dilimi çatalına takmış afiyetle ve sessizce yiyordu:) O gün masaya ne geldiyse hepsinin tadına baktı ama bitirmedi. Bitirdiği tek şey Umurcuğumun şahane limonlu kurabiyesi oldu. Son olarak Banu’nun yaptığı şeftalili donmuş yoğurt geldi sofraya. Yediği onca şeyden sonra neredeyse tamamını bitirdi. Ben bir kaşık bile tadamadığım için yeniden istemek zorunda kaldım. Söz konusu yoğurtsa açmış tokmuş fark etmez Meleğim için:)

24 Ağustos 2009 Pazartesi

BEÖ Ağaçlar Çiçekler

Ayvalık’ta olduğumuz sürede arada bir mesajlarıma bakarken Montessori grubunda haftanın etkinliği olarak "Ağaçlar ve Çiçekler" başlığını görünce “Aa ne iyi, burada bahçede yaptığımız her şey bu etkinliğin konusu. Tek eksik fotoğraflar”deyip ve bir çok kereler niyetlenip günlerce fotoğraf çekemedim. Çünkü hem bahçede Selin’le su ve çamur içinde kalarak oynamak hem de bunu fotoğraflamak çok zordu.
En sonunda bir gün eşimin anneannesi geldiğinde hadi, dedim “bu sefer bahçede siz oynayın”. Dememe kalmadı, Selin büyük anneannesini elinden tutarak önce girişteki duvar sarmaşığının yanına götürdü ve yaprakları nasıl sevmesi gerektiğini uygulamalı olarak gösterdi. Ardından bahçeye geçtiler. Bu sefer sardunya yapraklarına elledi. Baş ve işaret parmaklarını birbirine sürtmeye çalışarak (ama beceremediğinden sadece dokundurarak) ve kafasını çevirip “bak bak” diyerek yaprağın kadifemsi dokusunu kendince anlatmaya çalıştı.
Bahçedeki ilk oyunlarımız sırasında büyük ağaçlardan ve ağaçların gövdelerinden hafifçe tırstığını fark etmiştim. Kendiliğinden bitiveren her yeni otu, yaprağı, çiçeği hemen fark edip yanına gidiyor ve önce dikkatlice ve azıcık uzaktan bakıp sonra da parmaklarını gezdiriyordu ama agaçlara karşı hep mesafeliydi. Arka bahçedeki çok daha ince gövdeli karabiber ağacı ve zeytin ağaçlarına karşı böyle bir çekinikliği olmamasına rağmen ön bahçedeki ağaçlara, bilhassa palmiye ağacına o güne kadar hiç dokunmamıştı. Anneannesinin sesini duyan eşim bahçeye gelince ve Selin’in çekinikliğini gidermek için ağacı uzun uzun sevince, babasının varlığından destek almış olacak ki ellerini uzatıp bir kaç kez dokundu. Ardından yine cesaret göstererek, bu sefer kendi başına yabani çam ağacına gidip “cici cici” diyerek sevdi. Bu çok önemli bir aşamaydı, çünkü Ayvalık’tan ayrılana kadar her günkü olağan bahçe gezimiz ve sulamalarımız sırasında ağaçların yanına gidip küçük bir kahkahayla dikkatimi çekip onu izlememi sağladı. Sonra da “bak yapabiliyorum” bakışıyla ve kocaman bir gülümsemeyle arada bir suratıma bakıp, ağaçların gövdelerinden elini ayırmamaya çalışarak ve tabii defalarca “a-aç a-aç” diyerek etraflarında dönüp durdu:)
Not: Fotoğrafın sol alt tarafındaki pembe yemişe benzeyen şeyler karabiber taneleridir:)

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails