13 Mayıs 2011 Cuma

Selin’in Kitaplığından...- 37, 38, 39

Önceki haftalarda boş geçen cumaların aksine bugün bu blog kitaplarla dolu. Haftanın ilk kitabı Selin’in yaklaşık 1,5 ay boyunca neredeyse her gece okuttuğu, İstanbul’a giderken “bu kitaptan mutyaka kaydeşime de aymam geyek” dediği, Ferit Avcı’nın Kök Yayıncılık’tan çıkan KIRMIZI FİL’İ GÖRDÜNÜZ MÜ? kitabı.
Küçük bir oğlan bir sabah kalkınca duvarındaki resmin eğri durduğunu fark eder. Resmi düzeltmek isterken Kırmızı Fil’in resimde olmadığını görür ve aramaya başlar. Evde bulamaz. Mavi Balina’ya, Sarı Zürafa’ya, Mor Kedi ve Pembe Fare’ye son olarak da Yeşil Karga’ya sorar. Verdikleri cevaplardan Kırmızı Fil’in saklambaç oynarken kolayca bulunmaktan çok üzüldüğünü ve bu yüzden gittiğini anlar. Sonra kapı çalar ve Kırmızı Fil çamur içinde, üzgün ve yorgun eve döner. Küçük çocuk çok sevinir onu hortumundan öper. Kırmızı Fil resme, diğer hayvanların yanına geri döner ve uyur. Geriye tek bir sorun kalmıştır. Küçük çocuk, yerdeki ve duvardaki ayak izlerini annesine nasıl anlatacaktır?
1995 yılında Kültür Bakanlığı’nın “Eflatun Cem Güney Çocuk Kitapları Yarışması’nda birincilik ödülünü kazan bu kitabın öyküsünün çok sevimli olduğunu, çizimlerinin abartısızlığını, renklerin canlılığını, yalın ve akıcı dilini bilhassa vurgulamak lazım. Selin daha ilk okumada kitabın hikayesini aklına yazdı. Günlerce olan her olayda ya da duyduğu her sözde kitaptaki karakterleri hatırlattı, göndermeler yaptı. Son iki üç haftadır başta Poldi olmak üzere –ki önümüzdeki hafta o seriyi de tanıtacağım, ilgisi başka kitaplara kaymış olsa da bazı akşamlar uyku öncesi okunacak 2. ve/veya 3. kitap olarak seçip, başucuna koyuyor.
Elbette İstanbul’a gitmeden önce kitabı epey bir aramak zorunda kaldım, öyle her yerde hemen bulmak mümkün olmadı. Sonunda da sipariş vererek edinebildim. İstanbul’da da önce kitabı verip vermemek konusunda epey bir tereddüt etti, sonra ben “seninki Ankara’da” diyerek ikna ettim de sevinçle verdi kaydeşine:) Bir de emirle karışık yorum yaptı verirken. “Ben bu tipakı çok seviyoyum Deniz, sen de oku hemen.”:)

İkinci kitabımız, Yıldırım’ın (Türker) şahane çevirisiyle Popcore Çocuk Kitapları’ndan çıkan, Julia Donaldson - Axel Scheffler ikilisinin İngiltere’de 2001, Türkiye’de 2007 yılında ilk basımı yapılan kitabı, SÜPÜRGEDE YER VAR MI?
Cadının biri süpürgesinde kedisiyle birlikte uçarken – ki ben, Pırtık Tekir olduğundan fena halde şüpheleniyorum:), rüzgar çıkar ve şapkası uçar. Aramak için yere inerler. Şapkayı meraklı bir köpek bulur ve süpürgede yer olup olmadığını sorar.”Var!” der cadı ve yola devam ederler. Sonra cadının saçındaki kurdele düşer, yere inerler. Bu sefer kurdeleyi bir kuş bulur. O da aynı soruyu sorar. Ona da “Var!” der. Bu sırada yağmur başlar. Cadının sihirli değneği elinden kayar, sazlıklara düşer. Onu da bir kurbağa bulur. O da süpürgeye binmek ister ve biner. Kurbağa sevinçten zıp zıp zıplarken süpürge kırılır ve hepsi birden bataklığa düşer. Bataklıkta kötü kalpli bir ejderha cadıyı yemek ister. Ama diğer hayvanlar birbirlerinin üstüne çıkarak, çamura bulanarak ejderhaya korkunç bir dev gibi görünürler ve cadıyı kurtarırlar. Cadı buna çok sevinir.
Kazanını ateşe koyar ve her birinden kazana bir şey atmasını ister. Sonra bir şeyler söyler ve birdeeen... Cadı, kedi ve köpek için koltuğu, kuş için yuvası ve kurbağa için duşu olan muhteşem bir süpürge belirir. Süpürgeye biner, giderler.
Bu kitabı yılbaşında almıştım Selin’e ama ortaya çıkartmak için biraz bekledim. Daha önce okuduğumuz ejderhalı kitaplarda bir canlıyı yemeye çalışan kötü kalpli (!) bir ejderha yoktu ve o sahneye ait resim Selin için biraz korkutucuydu. Akşam uyumadan önce okumak riskli olabilir düşüncesiyle İstanbul’a giderken yolda okumak üzere yanıma aldım. Tek kelimesini bile değiştirmeden aynen ama çok yumuşak vurgularla okudum. Kitabın korkutucu tek sayfasında da “Aa, ne komik olmuşlar, baksana!” diyerek çamurdan yaratığın aslında süpürgedeki hayvanlar olduğunu çabuk farketmesini sağladım. İyi ki öyle yapmışım. Çamurun içinden hayvanları seçince gerilmiş suratı hemen değişti, çok rahatladı ve küçük bir kahkaha attı.
Bu kitabın Selin’deki etkilerini, önümüzdeki günlerde ayrı bir yazıyla aktaracağım.

Haftanın üçüncü ve son kitabı, çizimleri Alessandra Roberti’ye ait olan, Anna Milbourne’un yazdığı, Umut Hasdemir’in çevirdiği bir Tübitak kitabı, ÇİFTLİKTE. Bir kaç kitabına göz atanların hemen fark edebileceği üzere, A. Milbourne’nun kitaplarında bir hikaye, hikayenin kahraman(lar)ı filan yok. Bildiğimiz öykücülerden değil. Ama ister çiftlik yaşamını, ister yağmurun nasıl yağdığını, isterse dinazorları anlatsın, dili her zaman yalın, sakin, ve öğretici. Kitabın çizimlerinden de özellikle bahsetmeli. Daha güneş doğarken çiftlikten ayrılıp otlamaya giden ineklerin serin havadaki sıcak nefeslerinden tutun da havanın sabah ayazındaki nemine, sağılırken dönüp arkasına bakan inekten, çocukların kuzuya biberonla süt verirkenki şefkatli bakışlarına kadar her şey sanki karşımızdaymış gibi capcanlı resmedilmiş. Öyle çok karakteristik, değişik bir havası yok çizimlerin. Diğer yandan kitabın bir şeyler öğretme hedefine yani içeriğine, öyküsüzlüğüne de çok uygun düşüyor.
Selin doğrudan bir şeyler öğretmeyi hedefleyen kitapları sadece bir kaç kez okutuyor, o kadar. Bir süre sonra sıkılıyor. Bu yüzden Tübitak kitapları kesinlikle uyku öncesinde okunacak kitaplar değil, onun için. Bu tarz kitapları eğer resimlerini beğendiyse, gün içinde yanyana oturarak, kitaptaki her şeye bir isim vererek, arada bir onları konuşturarak yani mutlaka bir hikaye yaratarak okumayı seviyor. Kitabı geçen sene bahar aylarında okuduğumda o kadar ilgilenmemişti. Sonra yaz boyunca kitaba bakarak uydurduğu hikayelerini geliştirdikçe kitapla daha çok ilgilenir oldu. Her an her dakika okumak istediği kitaplardan değil elbet ama bu biraz da yaşla ilgili. 5-6 yaşına geldiğinde bu tarz kitaplara olan yaklaşımının büyük ölçüde değişeceğini düşünüyorum ve Selin yaşında çocuğu olan annelere, çocukların kendi hikayelerini uydurabilmelerine imkan verdiği için kesinlikle tavsiye ediyorum.

Not: Dün gece 00.01'den beri yazımı bloga aktarmaya uğraşıyordum. Bütün gün beni deli eden blogger'daki sorun nihayet çözüldü de akşamın bu vakti muradıma erdim:)

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Kayıt Altına Almak İçin...– 1, Ocak 2011

Şimdi baştan söylüyorum, bu başlığı taşıyan yazılar, Selin’in kişisel tarihini kayda almak için yazdığım yazılar olacak. Yani eğer 2011 yılının ilk dört ayında Selin’in ne yaptığını, ne ettiğini merak etmiyorsanız bu yazıları okumasanız da olur. Ben gecikerek de olsa es geçmeyeyim, iki satır özet yazayım dedim. Ne kadar iki satır yazabilirsem artık:)
Yazıya ilk olarak aslında benim alıp ağacın altına yerleştirdiğim, bunlar İstanbul’dan, bunlar Brüksel’den geldi diyerek Selin’in açmasını beklediğim yılbaşı hediyelerine verdiği tepkileri fotoğraflarla belgeleyerek başlamak istiyorum. Artık o kadar çok şeye aklı eriyor ki sabah sabah henüz afyonum patlamamışken ve daha bir tane bile paketi açmamışken beni yine şaşırtmayı becerdi. Zaten bir gece önce yemekleri ve müziği rezalet olsa da, dostlarımızla birlikte geçirdiğimiz için çok mutlu olduğumuz güzel bir yılbaşı akşamı yaşamışız ve hala kendimize gelememişiz, hatun paketleri görüp heyecanla hemen açacağına, bana dönüp “bu hediyeyey nasıy geydi anne, ne zaman geydiyey anne, kim getiydi bunnayı anne?” gibi sorular sordu. Nihayet paketleri açınca da hangisiyle oynayacağını, okumaya hangi kitaptan başlayacağını şaşırdı.
Ocak ayının en gözde faaliyeti çok sevgili arkadaşı Ege’yle komşu olmamızın avantajını kullanarak yaptıkları akşam ziyaretleriydi. Çoook keyifli saatler geçirdiler.
Vakti zamanında yazılması elzem olduğu halde bir türlü yazamadığım ama 4 ay sonra bile olsa blogda mutlaka olması gerektiğini düşündüğüm meleğimin doğum günleriyle Ocak ayına noktayı koyacağım. Ayrıntılı bilgi almak ve şahane fotoğraflar görmek isteyenleri Umurcuğumun bloguna davet ediyorum.
Bu sene Ada’yla birlikte 24 yerine 22 Ocak’ta kutladı doğum gününü meleğim. Üzerinde geçen yılki doğum gününde Ela’nın hediye ettiği elbisesiyle çok şekerdi.
Canım arkadaşlarıma biraz erken gelmelerini söylediğim çok iyi olmuş. Çünkü resmen beni topladılar (bkz. fotoğraf). Onlar olmasaydı geçen seneki gibi yavruların resimlerini kullanarak yaptığım duvar süsünü asmamız mümkün olamayacaktı.
Bu sene sürpriz yaparak doğum gününe gelen ve “amanin bu kadar çocukla nasıl otururum, ben sonra yine gelirim şekerim” diyerek evine dönen, merhaba-hoşçakalın arasında hızlıca resimlerini çekebildiğim pisi anneannesiyle –ki Teo’nun anneannesidir, mutluluk pozları verdi kızım.
Bu senenin yeni modası da suratını şekilden şekile sokarak poz vermek.
Neredeyse bütün oyuncakların birer birer salona getirilip oynandığı bol gürültülü, bol kahkahalı ve inanılmaz ama bol sohbetli bir doğum günüydü. Gelip mutluluğumuzu paylaşan bütün arkadaşlarıma gecikerek de olsa kocaman teşekkürler ediyorum.
Meleğimin hediyesini açtığında suratının aldığı ifadeden çok sevindiğini görünce pek bir rahatlayıp “Aman aman, nihayet kız çocuğu olduğunu hatırlayıp bebeklerle oynamaya başlayacak galiba” diye düşünmüştüm. Maalesef bir hafta içinde hevesini alıp bu bebeğini de diğer bebeklerinin yanına koydu ve yine müzik aletleriyle oynamaya, boya ve kalemlerinin arasında kendini kaybetmeye devam etti.
Arkadaşları gittikten sonra başbaşa kalan kızlar çetesinin azgınlıklarını Umur harika fotoğraflarıyla belgelediğinden burada uzun uzun yazmıyorum. Selin o gün yine bir ilki gerçekleştirdi ve doğum günü şerefine ilk defa lolipop yedi. Sadece fotoğraflara bakıp aklımda kalanları netleştirirken Mira ve Banu’yu ne kadar özlediğimi buraya yazmadan edemedim.

Umurcuğumun lezzetli kurabiye, börek ve kek tariflerini yemek blogumdan okuyabilirsiniz. Doğum gününün diğer ikramları da burada.
Bu sene artık kreşe giden bir çocuk olduğundan bir de orada doğum günü kutlaması yapıldı Selin’e. Selin’in en sevdiği renk diye mavi elbiseli bir bebek hediye etmişler. Bu bebekle de topu topu 3 gün oynadı ve onu da diğer bebeklerinin yanına koydu. Anlattığına göre parti çok eğlenceli, pastası da çok lezzetliymiş:) Kreşin kuralları gereği ben sadece pasta tedarikçisi rolünü oynadım ve partiye katılmadım. Hem kreşte o yaş grubunda az sayıda çocuk olduğundan hem de sağlıklı olmasını istediğimden pastayı kendim yaptım. Tarifi için bkz.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails