8 Nisan 2011 Cuma

Selin'in Kitaplığından...- 35, 36

Bu hafta, geçtiğimiz aylarda çeşitli ve elde olmayan sebepler ve en önemlisi benim Cuma günü takıntım yüzünden tanıtamadığım iki kitap var. İlki T. İş. Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan, Sharon Rentta’ya ait MAVİ FİL TOMBİK. Bisiklete binmeyi bilmeyen ve arkadaşlarından habersiz öğrenmeye çalışan sevimli mi sevimli bir filin hikayesi. Arkadaşlığın değerine ve bisiklete binmenin ne kadar eğlenceli olduğuna dair çok güzel bir kitap. Çizimleri sıcacık, dili son derece yalın. Biz çok beğendik. Selin Tombik’in bisikletten düştüğü her sahnede “anne çok çok acımış gayiba” deyip üzüldü ama bir sonraki sayfayı gülerek inceledi. Selin’in tutkunu olduğu kitaplardan olmasa da raftan alıp “bunu okuyayım anne” dediği bir kitap. Bir Dolap Kitap’taki tanıtımı da hatırlamak isterseniz buyurun...

Haftanın diğer kitabı Redhouse Kidz’den Rachel Chaundler’in yazıp Bernaldo Carvalho’nun resimlediği DEVEKUŞU DUDU. Muhteşem Kuyruklu Dudu, kuyruğuna bir şey olmasın diye geceleri başını kuma gömüp uyur ve bir sabah başını kumdan çıkaramaz. Başı sıkışmıştır ve kimseye sesini duyuramaz. En sonunda annesi, babası, arkadaşları hep birlikte Dudu’nun başını kumdan kurtarır ama bedeli ağır olur. Artık Dudu’nun kuyruğu yoktur. Günışığının kuyruğundan bile güzel olduğunu zor bir yoldan öğrenen Dudu şöyle der: “Yalnızca devekuşlarının en sersemi, başı kuma gömülü uyur geceleri!” Gündüzleri bile çoğunluk başı kuma gömülü insanların yaşadığı pek sevgili memleketimde bu hikayeden ders çıkarabilecek kaç yetişkin vardır, merak ediyorum doğrusu!
Selin kitabın renklerini biraz koyu, sanırım biraz da donuk buldu ama hikayeye bayıldı. Kitabın renklerine alışması biraz vakit almış olsa da hikayeyi sevdiği için arada bir okuyoruz. Bu “arada bir” lafını, kitap eh, şöyle böyle diye değil, okunacak daha çok kitap olup sıra bu kitaba arada bir geldiği için kullandığımı da belirteyim.

5 Nisan 2011 Salı

Uzuuun Bir Aranın Ardından...

Bu kaddaar uzun bir ara verdikten sonra yeniden yazmaya başlamak zormuş gerçekten. Nereden başlasam bilemiyorum. Her şey birden aklıma üşüşüyor ve sıraya koymaya bile vakit bulamayacağım bir dönemden geçiyorum. En iyisi son durumdan geriye giderek yazmak.
Bendeki son durum şu: Yüksek lisansımı bitirdikten yaklaşık 8 sene sonra –ki bu 8 sene içinde evlendim, işimi ailemi arkadaşlarımı aziz İstanbul’umda bırakarak yaban ellere göçtüm. Sonra memleketin bozkır ortası güzide (!) Ankara’sına dönüp, şimdilerde 4 yaşından gün alan ve gittikçe daha da cadılaşan bir sevimli kız doğurup öylecene evde kala kaldım, düşünüp taşınıp Ankara’da gönlüme göre yapacak iş bulamayıp, yıllardan beri içimde ukte olan bir deliliğin içine girmeye, evet evet anladınız, doktora yapmaya karar verdim. Güzel memleketimde eğitimde bu aşamaya gelen insanlar dahi, adına ALES denen lise matematiğiyle dolu, dünyanın en garip sınavlarından birine girmek zorunda olduğundan, pazarda, manavda alışveriş yaparken bile işime yaramayacak bir dolu matematik formülünü hatırlamak zorundayım. Yani kısacası, evde oturmuş test çözüyorum. Bloglar açıldığından beri bir merhaba diyemeyişim de bu yüzdendir.
Eko anne Esra’nın Selindrella’sı, eski kod adıyla Munise yeni kod adıyla Zıpırellamız ise bir fasulye sırığı olarak bizi delirten keçiler üstü inadına, operacı mı olacak? dedirten ve bilhassa çok sevindiğinde veya fena halde helecanladığında koyverdiği yürek hoplatan çığlıklarına, son iki haftadır akşamları uyumamaya ve doğal olarak sabahları kalkamamaya vee elbette elinde kalem, bütün duvarları şaheserleriyle doldurmaya devam ediyor.
Selin’in arşa vuran müzik aşkının şimdilerdeki tezahürü olarak son talebi ise bir keman. Her hafta sonu gitmeye çalıştığımız Serkan Kırmızı’nın Binbir Çiçek Çocuklar Evi’nde düzenlediği “Davulumdan Masallar” adlı gösterisi ve davul atölyesi de Selin’in müzik yapma (?) aşkını kesemediğinden kemanın ardından çello, kontrbas, trompet, saksafon filan isterse şaşırmayacağım. Nasıl olsa her sabah ve her akşam başta davul ve org olmak üzere evdeki her şeyin müzik aletine dönüştüğü çılgın konserler dinlemeye alıştık artık. Konserlerinin açılış cümlesi de şu: Hoşgeydiniz güzey insanyay! (Garfield’ın Komedi Festivali filminden) Bugün biyikte Deyi Danayay Oykestyası’nı izeyeceyiz!
Ahhh Sırma ahh! Başımıza ne işler açtın!:))

Not: İlk fotoğraf, Su damlam, Adacığımın annesi, canım arkadaşım Umur’dan. (Papazın Bağı)
Diğerlerini ise Mart ayında 5 günlüğüne gittiğimiz (ayrıca yazacağım) Kemer’de çektim. (Ramada Otel)

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails