1 Ekim 2009 Perşembe

Bayram mı? O da Ne?


Çok yorgunum. Hesapta İstanbul’a ailemle birlikte bayramı geçirmek, dostlarımı görmek için gittim. Sadece bayramın ilk günü canım arkadaşım Emel’le buluşup annemlerin evine yakın, Göksu’nun kenarında bir kafede iki kelam edebildim. İyi ki de o gün ne yapıp edip görüşmüşüz, yoksa yine kimseleri göremeden dönecektim Ankara’ya. Bu sefer Meleğim değildi evden çıkamayışıma sebep.

Kızım da ben de bayramın son günü yeğenim Yasemin'in oğlu Denizhan’ın ilk yaş günü partisinden sonra düştük yataklara. Ben zaten tam olarak iyileşemeden çıkmıştım yola ama Selin düzelmişti. Meğer düzelmemiş düzelememiş. İçtiği onca P....tus şurup yeterli gelmemiş bebeğimi korumaya. Akşam bir burun akıntısı ardından yüksek ateş, ne olduğumu şaşırdım. Hemen P...tus’a başladım yine. Cuma akşamına kadar tam dört gün boyunca şuruba devam ettim. Şurubun vaktini mesela öğle uykusunu bozmayayım diye biraz geçirdiğimde ateşi 39.7-40 derecelerde dolandı. Ilık duşlarla düşürebildik. Peki bu süre boyunca çok halsiz, perişan, suratsız mıydı Meleğim? Tabii ki hayır. Her ne kadar burnunu silmek istediğimde küçük kıyametler koparsa da gayet güler yüzlü ve hatta enerjikti.

Kafasında toka bile tutmayan kızım banyodan sonra daha da fena üşütmesin diye Gülannesinin başına bağladığı yemeniyi çok sevdi ve uzun süre kafasında tutmayı becerdi. Saç kurutma makinasının sesinden korktuğu için böyle bir çözüm bulduk, işe yaradı da.
Hiç alışkın olmadığım başka durumlarla da karşılaştım tabii. Mesela bazı öğünler yemek yemeği reddetti. Göz ucuyla bile görse yemeden duramadığı yoğurda bir iki kere hiç bakmadı bile. Geceleri kesintisiz uyuyan Meleğim 3-4 gece sızlanarak uyanıp 45 dakika 1 saat arasında uyumayıp evin içinde dolandı hatta televizyonu açtırıp baby tv’yi seyretti biraz.

Hastalığı boyunca en büyük eğlencesi her sabah bahçe kapısına gelip Selin’i habire oyuna davet eden kedicikle,bazen cam kapının bazen de tel kapının ardından sohbet etmesi hatta elini uzatıp evde Pakize’ye yaptığı gibi okşamaya çalışmasıydı. Kedicik kurumuş yapraklarla oynayarak Selin’in karşısında tüm marifetlerini gösterirken Meleğimde sevinçle el çırpıp küçük kahkahalar atarak kediciği izledi. Bu “zize(Pakize) mi?” diye sorduğumda da kafasını iki yana sallayıp “ayııy, tedi” (hayır, kedi) dedi.
Bir yanda şurup olmaksızın ateşi düşmeyen ve burun akıntısı gittikçe vahimleşen, mahsun bakan kırmızı gözleriyle hasta bebeğim, diğer yanda sabah erkenden işe gidecek olmasına rağmen Selin’in her mızıldamasında odanın kapısında belirip “ne yapalım, biraz yanıma alayım mı?” diye soran kızımın Gülannesi canım ablam, diğer tarafta uykuları bebek ağlamasıyla bölünen ve torunlarının canı yanıyor diye için için üzülen annem babam ve en diğer tarafta da aynı anda kronik faranjit, sinüzit ve ağzının içinde onlarca aftla mücadele eden ve tabii yine konuşamayan, yiyemeyen hatta su bile içemeyen ben. Neyse ki aldığım ilaçlar bir kaç gün içinde etkisini göstermeye başladı da biraz toparlandım.

Bayram ertesi perşembe günü dönmeyi düşünürken takip eden salı günü ancak dönebildik evimize. Teoman pazartesi gecesi yanımıza geldi, ertesi gün de Ankara’ya hareket ettik. Ben de Selin’de tam olarak düzelemedik hala. Selin’in burnundaki akıntı içeriden de devam ettiği için başka bir enfeksiyona yol açmasın diye, ilk defa antibiyotik almaya başladı. Keyfi ve enerjisi yerinde çok şükür ama ben kendim için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Hem kendi hastalığımın yarattığı halsizlik hem de bebeğimin ilk defa bu kadar uzun süreli bir hastalık geçirmesi içimi daralttı. Pek belli etmiyorum ama yedi beni. Allah beterinden saklasın biriciklerimizi, sevdiklerimizi, hepimizi...

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails