25 Temmuz 2009 Cumartesi

Gülanne Ankara'daydı...

Arayı hızla kapatacağım dedim ya, sözümü tutuyorum ve tatile gitmeden önceki Ankara günleriyle başlıyorum. Çook daha önce gitmiş olmamıza rağmen Yeşil Vadi’yle ilgili yazı ve fotoğraflar da sırada.
Yaklaşık bir ay önce 22 Haziran’da İstanbul’dan çok önemli bir konuğumuz geldi evimize. Kızımın sevgili Gülannesi, canım ablam geldi ve evde şenlik başladı. Munise’m sevinçten delirdi desem yeridir. Bilenler bilir biz Ankara’da çekirdek aile şeklinde yaşıyoruz. Hem eşimin ailesi hem benim ailem Ankara dışında oturuyor. Bu yüzden ailelerimizden biri geldiğinde evimizde bayram havası esiyor.
Gelir gelmez anneannesinin yaptığı meşhur atom kurabiyeyi ve peynirli poğaçayı iki eline birer tane alıp aynı anda yiyerek ve O’nu hayran hayran seyreden ablama da yedirerek perdeyi açtı, kızım. Sonrasını tahmin etmek kolay. Selin’e olan düşkünlüğü uzun zamandır göremediğinden hasretle karışınca Meleğimin her oyun talebine sevinçle evet diyerek, evin her yerinde Selin’le koşan, zıplayan, şarkılar söyleyen ve kelimenin tam anlamıyla her türlü şaklabanlığı yapan oyun arkadaşına dönüştü, ablam. Markete gittiğimizde Selin’in gördüğü her çocuğun yanaklarını ‘sevijem, sevijem’ taşkınlığıyla okşamak istemesi, elmaların, domateslerin yerini beğenmeyerek tek tek başka yerlere taşıma girişimi, sürekli peşinde koşan ablacığımı helak etti. Yağmurun ardından sarmaş dolaş vaziyette balkondan bahçeyi seyretmeleri, her an dipdibe oturup uyurken koyun koyuna yatmaları, birbirlerine karşılıklı yemek yedirmeleri film gibiydi.
Filmin devamı mı? Elbette var ve İstanbul'da ama bir sonraki yazıda.

24 Temmuz 2009 Cuma

18 Ay! Dile Kolay!

Arayı hızla kapatmaya söz vererek günün anlam ve önemine binaen yazdığım yazıyla huzurlarınızdayız, yeniden ve uzun bir aradan sonra.

Efendim, 2 Temmuz’dan itibaren Ağustos ortasına kadar tatilde olacağımız için 18.ay doktor kontrolüne 1 Temmuz’da gittik. Ben boy, kilo gibi değerlerden bahsetmeyi pek sevmem. Kimi çocuk hızla uzarken kimisi minyondur, kimisi çok zayıfken kimisi biraz şişmandır ama hepsi sağlıklı, hepsi dünya tatlısıdır. Doktorumuzun, Selin’i ilk götürdüğümüzdeki kilo durumuna atıfta bulunarak ‘çok iyi büyüttük bu tatlı kızı’deyişindeki gurur ve iç rahatlığını mutlulukla paylaştım, o gün. Kolay değil 50 cm. ve 2,940 kg. doğmuştu Meleğim. Doğumda kaybettiği 300 gr.’ı ancak 1 ayda geri alabildi. Emmeye çabuk alışıp çabuk yorulan ve hemen uyuya kalan bir bebekti. Emzirmeye devam edebilmek için sürekli uyandırmaya çalışırdım.

O günden bugüne boyu 85 cm. kilosu da 11,500 gr. oldu. O artık, kendi kendine oyun kurabilen, 11 aylıkken bilgisayara ‘isisaya’ diyerek hepimizi şaşırtan ve bugün kelime hazinesinde bazıları tam bazıları yarım 50’ye yakın kelime olan, ne yapacağını daha önceden göstermediğimiz halde 2 kelimelik komutları yerine getirebilen, şahane çatal kaşık kullanan, 10 aylıkken kendi kendine bardağından su içmeye başlayan ve bugün küçük pet şişelerden bile dökmeden su içebilen, kısa basamaklardan kenara tutunarak çıkabilen, çocukları bebekleri severken yanaklarını ciciş ciciş diye okşayarak seven, altını değiştirdikten sonra bezini alıp çöpe atan, kedileri gördüğünde sevinçten çığlık atıp yanına çağıran, fesleğen yapraklarına ellerini dokundurup sonra da yanındakine elini koklatan, 1 ay önce çıkardığı 4 köpek dişiyle toplam 16 dişi olan ve unuttuğumuzda bize hatırlatarak her gece dişlerini fırçalayan (aslında fırçaladığını zanneden), yediğimiz içtiğimiz her şeyin tadına bakmak isteyen, son 1,5 aydır koltuk veya yataktan kendini geri geri kaydırarak inen, ev veya cep telefonum çaldığında gülerek koşar adımlarla bana getiren, yediği yemekten memnun olunca dudaklarında kocaman bir gülümsemeyle teşe (teşekkür ederim) diyerek yanağımı okşayan ve bugün itibariyle tam 18 aylık olan, şeker mi şeker bir kız.

29 Haziran 2009 Pazartesi

Ankara Kalesi’nde Şenlik Var (dı)!

14 Haziran pazar günü hızımızı alamayarak ve şenliği bahane ederek Banu-Cenk-Mira üçlüsüyle Kale’ye gittik. Meleğimin uyanması için oldukça erken bir saatti ama her sabah olduğu gibi o sabah ta gülerek uyandı. Hele bir de “attaa gidiyoruz meleğim” dediğimde hemen doğrulup kucağıma gelmek isteyişi vardı ki beni çok güldürdü. Bir gece önceden hava durumuna baktığımda 24 dereceyi görünce Munise’me kısa kollu bir penye giydirdim. Evden çıkarken son dakikada artık küçük gelmeye başlayan merserize beyaz bir hırka atıverdim çantaya. Kaleye geldiğimizde hava acayip serindi ve son dakikada aldığım hırkanın varlığını unutup ‘bu ne şaşkınlık’ diyerek kendimi yerken, Banu’cuğum dikkatli gözleriyle çantanın içindeki hırkayı gördü de biraz içim ferahladı.Kahvaltıyı Antik Cafe’de yaptık. Gayet doyurucu ve makul fiyatlı bir kahvaltıydı. Meleğim Beypazarı gezisinde olduğu gibi yine Cenk’in kucağından inmedi. Bilhassa ben Meleğimi Cenk’in tabağındaki salatalık ve domatesleri küçücük elini çaktırmadan uzatıp alırken uyarınca, Cenk hemen çok uyumlu bir ikili oluşturduklarını söyledi. Meğer Cenk, salatalık domates sevmezmiş kahvaltıda. Tabii ki kahvaltı sonrası Meleğimin hırkası artık beyaz değildi:)
Kale’nin girişindeki dükkanın önünde duran, sanırım seramikten yapılma köpek, tavuk heykellerine kahvaltının ardından çöken rehavetle mayışmış vaziyette baktı bir müddet. Hemen ardından da Kale’nin tekir tukur arnavut kaldırımı yollarında giderken uyuya kaldı. Bir ara Kale’nin dışına çıktığımızda kukla gösterisi başladı. Mira babasının omzunda dans ederken Selin pusetinde uyuyordu. Ses o kadar yüksekti ki bir kaç fotoğraf çekip hemen uzaklaştık. Nihayet öğle vakti hava ısınınca içimden meteorolojiye söylenmeyi bıraktım.Sonrasında Atpazarı, Saman Pazarı, Koyun Pazarı...her yeri gezdik. Munise’min legoları için üzerinde hayvan figürleri olan çok sevimli kapaklı bir sepet ve henüz ne için kullanacağıma karar veremediğim ama rengine bayıldığım için almadan duramadığım bir başka sepet daha aldım. Beypazarı tecrübesinden sonra dükkanların önünden geçerken gümüşçülerden uzak durmaya çalıştım. Şenlik dolayısıyla sokağa kurulmuş uzuuun bir masanın etrafında oturmuş resim yapan çocukları seyrederken, ileride bebeğimin yapacağı her resme sanat eseri muamelesi yapmaya ne kadar teşne olduğumu fark edip kendime güldüm. Geziyi, And Cafe’de dondurma yiyip kahve içerek tamamladık. Bu sırada Selin’le Mira’da bitmeyen enerjileriyle şirinlik yapmaya devam ediyorlardı.
Kale gezisi bitmişti ama bizim için gün daha bitmemişti. Eve dönüp biraz nefes aldık ve epeydir görüşmediğimiz arkadaşlarımızla buluşmak üzere Marmelatte’a gittik. Büyük güzel bir bahçesi ve rahat koltukları olan bir yer, ancak çok pahalı. Munisem masada oturmayı tercih edip tuzlukla hemen iki dakikada yine kendine bir oyun kuruverdi. Biz de hafif bir şeyler yiyip sohbet ettik. Eve döndüğümüzde Meleğim yüzümüze baygın gözlerle bakıyordu. Yatağa yattıktan 10 dakika sonra da hemen uyuyuverdi.

26 Haziran 2009 Cuma

Çıtır Simit’te Bir Gün

Gecikmiş yazılarıma devam ediyorum. Takip eden haftanın Cumartesi günü yani 13 Haziran'da Çıtır Simit’te kızlar buluşması yaptık. Yolda benzin almak için durduğumuzda Selin’in, Neslihan’ın saçlarını toplamasına itiraz etmeyip, tokayı çıkarmamasını havanın aşırı sıcak olmasına yorduk:) Kızlar fıskiye modeli saçlarıyla pek bir şirindiler.
Çıtır Simit sürprizli bir yer. Yoldan bakıldığında arkada tavukların, tavus kuşlarının, ördeklerin özgürce gezdiği şahane bir bahçe olduğunu tahmin etmek mümkün değil. Ağaçların altında geniş bir masa bulunca başladık sohbete. Sohbet konusu bize kalsın sadece çok rahatlatıcı olduğunu söylemekle yetineceğim.
Kızlar önce ısmarladıklarımızdan yiyip, yemediklerini masaların arasında dolaşan güvercinlere ve tavuklara attılar. Sonra biraz etrafta dolandılar. Salıncağa binip kaydıraktan kaydılar. Munise’m kaydırağın yüksekliğinden biraz korktu. Yerimize döndüğümüzde Meleğim burada da bir ilki gerçekleştirdi ve üzüm yedi. Yerken nasıl kendinden geçtiği Neslihan’ın şaşkınlık ifadesinden anlaşılıyordur herhalde.
Elbette yine güzel ve eğlenceli bir gün geçirdik birlikte.

24 Haziran 2009 Çarşamba

Kediler, Köpekler ve Bebekler...

Ertesi gün yani 7 Haziran pazar günü, Panora’daki kedi köpek yarışmasına gittik. Ben hayat tarzı ve dünya görüşü itibariyle her tür güzellik, yetenek, en bilmem ne vs. yarışmalarını luzümsuz bulan biriyim hatta bu tür yarışmaların katılanlara ister manken, ister güzel bir genç kız isterse kedi köpek olsun, bir çeşit eziyet etme yöntemi olduğunu filan düşünüyorum. Bazı yarışmaların, sistemin dişlileri arasından yorulmadan, emek harcamadan çıkmanın zahmetsiz yolu olduğu da aşikar.
Bu yarışmaya da yarışma kısmıyla hiç ilgilenmeyerek, Meleğim kedileri köpekleri yakından görüp sevsin, mümkünse okşasın ve köpeklere biraz daha alışsın diye gittik. Mira ve Ada’yı beklerken önce uzaktan köpekleri seyrettik, önümüzde duran köpeklerin iri cüsseli olmasından biraz ürkünce kedilerin yanına gidelim dedik. Selin’in Pakize dolayısıyla kedileri tanıdığını ve onların yanında daha rahat olduğunu bu sırada farkettim. Kedileri sevmek konusunda daha cesaretliydi bebeğim. Bilhassa yanına gittiğimiz ilk kedi son derece uysal ve kendini sevdiren bir kedi çıkınca bebeğim daha da bir rahatladı. Himalaya cinsi Pırtık adındaki bu kedinin biz yarışmadan ayrılırken birinci ilan edildiğini duyduk.
Mira ve Ada gelince köpeklerin yanında durduk daha çok. Her ikisi de köpeklerle büyüdükleri için Selin’den daha rahatlardı. Kızlar ellerindeki Umur’un yaptığı limonlu kurabiyeleri köpeklere kaptırmamak için bayağı bir gayret sarf ettiler:) Tüm çirkinliğine rağmen üçümüzün de ‘ne güzel bir köpek’ dediği Fransız Buldog’una Selin bile korkmadan elini uzatabildi. Çok sakin bir köpekti. Meğerse bu cins köpekler, bebeklere göz kulak olmalarıyla ünlüymüş. Sonuçta pazar gününü, arkadaşlarımızla birlikte ve Meleğim cins cins köpekleri yakından görebildiği için gayet eğitici bulduğum bu faaliyetle geçirmiş olduk.

23 Haziran 2009 Salı

Lozan Parkı yerine ODTÜ’nün Bahçesi

Bebişlerin ikinci ODTÜ buluşması, aslında kalabalık bir grup olarak Lozan Parkı’nda buluşma planının cumartesi sabah çeşitli aksilikler sonucunda bozulmasıyla gerçekleşti. Biz varana kadar sevgili Ada’nın ODTÜ’nün kapısında arabada uyuya kalması üzerine Umur eve dönünce, günü Neslihan ve Zeynep’le birlikte, eğlenerek geçirdik. Zeynep herkesle daha doğrusu her şeyle tanışma günündeydi. Zeynep önde Neslihan arkada ODTÜ’nün bahçesinde adım atılmadık yer bırakmadılar. Mavişim sadece yemek yemek ve meme emmek için Neslihan’ın kucağında durdu. Bir ara Zeynep annesinin memesine yapışınca Selin’in “a aaaa!”diyerek şaşırması ve Zeynep’in utanarak meme emmekten vazgeçmesi günün olayıydı.İkinci olay ise, Meleğimin kumpiri iç dış ayırmadan kabuğuyla yemesiydi. Tam o sırada, yaklaşık 1,5 yıl yan yana dairelerde oturduğumuz kapı komşumuz Özgül, tatlı kızı Melissa Bilge’yle birlikte masamızın önünden geçiyordu. Hemen buyur ettik ve tabii çocuk yetiştirmek üzerine koyu ve hoş bir sohbete daldık. Bu arada Melissa elindekiyle balon yapmaya başlayınca bebeğim, yüzüne gelen balonlara hiç aldırmadan kahkahalar attı. Özgül’ün kucağında otururken de meyve suyunun kamışını kutunun üstündeki deliğe sokup çıkararak kendi kendine oyun yarattı. Öyle ciddiydi ki gülmeden edemedik. Bu esnada Zeynep’le Neslihan’ın bahçe turlarına devam ettiğini yazmama gerek yok herhalde:)
Üçüncü olay Meleğimin hayatının ilklerinden biri olarak Neslihan’ın getirdiği kirazlardan yemesi ve ilk iki kirazın çekirdeklerini yuttuktan sonra diğerlerinin çekirdeğini çıkartmak gerektiğini ben söylemeden akıl etmesiydi.
Neşeyle başlayıp neşeyle bitirdik günü.

22 Haziran 2009 Pazartesi

Birikenler

Haftalardır biriken bir sürü fotoğraf ve konu var. Bu yüzden kısa kısa yazılarla ve bol fotoğrafla arayı kapatmayı planlıyorum. İlk olarak taa haziran ayı başında ODTÜ’de Yiğit ve Görkem’le buluşmamızla başlıyorum. Bir kere çok güzel bir gündü. Hava çok aşırı sıcak değildi, hafta içi olduğundan ODTÜ’de kalabalık yoktu ve bebişlerimiz artık birbirlerini tanıdıkları için gayet uyumlu bir şekilde vakit geçirdiler. Biz de Görkem’le yoğun iş hayatının ardından evde çocuk bakan anneliğe geçişimizin yarattığı ruhi daralmalar üzerine kısa da olsa bir iç dökme seansı yaptık. Bana çook iyi geldi. Bebişlerimizin yürümek için delirmeleri ama bir taraftan da ellerimizi bırakmayı reddetmeleri bize de epey bir yürüyüş yaptırdı. Uzun sözün kısası vakit nasıl geçti anlamadık.Bu buluşmanın iki gün sonrasında yine ODTÜ’de akşam üzeri, bu sefer Haziran ayının Happy Hour’u vardı. Epeydir göremediğim arkadaşlarımızı görmek ve bebek/çocuk yetiştirmenin dışında bir şeyler konuşabilmek çok iyi oluyor. Meleğim yine masalar arasında dolaştı durdu. Hatta Kimya Mühendisliğinden bir grup hoca, bölümleri için geleceğe yatırım yaptıklarını iddia ederek:) Selin’i kucaklarından indirmediler. Eline bir parça havuç verilince dünyayı unutan kızım, kendisi hakkındaki bu planlarla hiiiç ilgilenmedi tabii:)

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails