1 Mayıs 2009 Cuma

Bugün 1 Mayıs 2009!

Hiç tanımadıklarıyla bile kalpten gelen paylaşımlarda bulunan, çoğu zaman bakışlarla, küçük bir gülümsemeyle birbirlerine güç veren annelerin ve dünyanın en paha biçilemez emeğini verip yetiştirmeye çalıştıkları, geleceğin, hakkına sahip çıkan, başkalarının haklarına saygılı, çalışkan, paylaşımcı ve vicdanlı çocuklarının 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Bayramı kutlu olsun.

28 Nisan 2009 Salı

Uzuun Bir Aradan Sonra...

Bu sene, Ankara’ya geleli 3 yıl oldu. Önceki iki yıl evde başbaşa küçük birer kutlama yapmıştık ama maalesef bu sene böyle bir fırsatımız olmadı. Zaman ne çabuk geçiyor diye düşünürken hala görüşemediğim arkadaşlarım aklıma geldi. Bu arkadaşlarımdan biri de bizden kısa bir zaman sonra Ankara’ya taşınan ve Selin doğduğu zaman ziyarete geldiklerinde kısacık görüşüp, sonrasında sadece telefonla haberleşebildiğim sevgili Gülüş’tü. Dün nihayet, bunca zamandan sonra şeytanın bacağını kırdık ve Gülüş’le dünyalar tatlısı oğlu Barış’ı ziyarete gittik, kızımla. Daha kapıdan çıkmamıştık ki fena halde yağmur yağmaya başladı. Ben bardaktan boşanırcasına yağan havalarda araba kullanırken -hele şimdi bebiş de var- acayip tedirgin oluyorum. Bir de ilk defa gidiyorum evine. Neyse, Gülüş evini öyle iyi tarif etmiş ki kolaylıkla buluverdim. Bizi kapıda karşıladılar ve Barış’ın ilk sorusu cep telefonuna bakabilir miyim oldu. Telefonun hiç bir yeriyle değil sadece müzik seçenekleriyle ilgileniyor. Müzikolog, akademisyen bir babayla avant-garde müzik yapan müzisyen bir anneden başka nasıl bir çocuk çıkabilirdi ki zaten?
Barış 4 yaşında bir küçük adam. Tüm sevimliliğiyle hem cep telefonuyla hem de Selin’le oynadı. Hatta bir ara Selin’i odasına götürüp odanın ortasındaki çadırda çılgınca bağırıp çağırdılar. Selin de hayranlıkla ve her daim gülerek Barış’ı takip etti. Annesinin ‘Selin küçük oyuncaklarla oynamak isterse dikkat et’ uyarısına ‘tamam’ deyişi iyi bir abi olacağının ilk işaretleriydi. Bir ara annesi ‘Sen Selin’le içeride, odanda oyna’ deyince ‘Siz de burada mı oynayacaksınız?’ diye soruşu epey güldürdü bizi.
Gülüş çok iyi bir şey yapıp ikinci bebeğine hamile olduğunu öğrendiğinden itibaren ayrı bir blog açmış ve her şeyi oraya yazmaya başlamış. Benim çok hoşuma gitti çünkü genellikle ikinci bebekler için ayrı bir blog açmak yerine var olana bir şeyler yazıyor anneler. Halbuki anne aynı anne olsa da her hamilelik ve her bebek farklı. Ben şahsen merakla okuyorum Gülüş’ün bloglarını.
Meleğime gelince, çadırın içine girip çıkıp, çığlıklar ve ardından kahkahalar atarak bazen kendi kendine bazen Barış’la oynadı. Ter içinde pıtır pıtır emekleyerek yanımıza gelip kendi muzlu sütünü bitirdiği yetmiyormuş gibi, Barış’ınkini de neredeyse bir nefeste içti. Gülüş Barış’ın topları üfürten oyuncağını ortaya çıkarınca durum tamamen değişti ve toplarla oynarken ve oyuncağın nasıl çalıştığını keşfetmeye çalışırken kendinden geçti. Öyle ki eve gidelim mi diye sorduğumda önce hararetle kafasını salladı, tam üstünü giydirirken hadisenin ayırdına vardı ve mızıldamaya başladı. Elbette arabaya bindikten 10 dakika sonra yağmurun da etkisiyle etrafa baygın baygın bakarken uyuya kaldı.
Son günlerde eve her girişimiz olay oluyor. Bir itiraz, bir şikayet, ağlamalar, sızlanmalar...Her defasında itirazın ve ağlamaların şiddeti artıyor. Bu sefer de aynı şey oldu. Umarım bunu alışkanlık haline getirmez.

26 Nisan 2009 Pazar

Artık Hava Güzel, Nihayet Sokaktayız!

Cumartesi günü oyun grubumuzun Ağır Abi’si Yiğit ve annesi Görkem’le Ankuva’da buluştuk. Hava çok güzel hatta sıcaktı. Selin ve Yiğit birbirlerini görür görmez tanıdılar ve hemen birbirlerine ellerini uzattılar. Tamam, bizim kız gördüğü her bebeğe ya da çocuğa elini uzatıyor ama Yiğit’i tanıdığı çok belliydi çünkü kocamaaan gülücüklerle, mutlu olduğu zaman çıkardığı ‘hııı, hııı’ sesiyle, dönüp bana ‘şışt’ yani ‘işte’ diyerek Yiğit’i işaret ediyordu. Yiğit’te büyümüş, saçlar kısacık erkek traşı olmuş, yüzünde çapkın Clark Gable gülüşüyle yine çok tatlıydı. Pusetlerinde karşılıklı oturup birbirlerine güldüler, kendilerince sohbet ettiler, arada bir de etrafı incelediler. Güzel güzel bizim yediklerimizden yediler. Sonra biraz yürüdük. Başka bebekler ve anneleriyle karşılaşıp ayaküstü ‘kaç aylık?’, ‘yürüyor, yürümüyor, şöyle adım atıyor, böyle sıralıyor’ muhabbeti yaptık. O kadar usluydular ki kahve bile içebildik. Bebişler ayrılırken her ikisi de uykuları geldiğinden olsa gerek biraz mızıldadılar. Biz de biraz sohbet edip kafa dağıtmış olmanın rahatlığıyla hafta içi tekrar edelim bu buluşmaları dedik.
Sonrasında Selin’le mutfak alışverişimizi yapmak üzere markete girdik. Tam ‘Meleğim, bak! Çok sevdiğin domatesler!’ diye seslenmeye hazırlanırken gözlerinin kapanmak üzere olduğunu farkettim. Tüm o market gürültüsüne rağmen alışveriş boyunca mışıl mışıl uyudu. Ben de Selin’le olmama rağmen en kısa süreli alışverişimi yaptım. Genellikle marketlerde gördüğü her meyve ve sebzeyi ellemek ve incelemek istediğinden normalde yarım saatte bitecek bir alışverişi ancak 1,5-2 saatte bitirebiliyoruz.
Elbette her akşam olduğu gibi Cumartesi akşamı da yatağa yatar yatmaz bütün gün neler olduysa, neler gördüyse hepsini kendi dilinde anlatmaya başlamıştı ki, sanırım açık havanın da etkisiyle bir iki esnedikten sonra daha fazla uzatamayıp uykuya daldı.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails