2 Haziran 2010 Çarşamba

Haydi Nurturia'ya, Fotoğraf Yarışmasına!

Geçenlerde hiç bir özel günün bana göre olmadığına dair bir yazı yazmıştım. Bu tavrım elbette babalar günü için de aynen geçerli. Ama bu, Nurturia’nın bu gün vesilesiyle anneler arasında düzenlediği fotoğraf yarışmasına katılmamam için bir sebep değil, tabii ki. Şimdi hepinize bu yarışmada şansınızı denemenizi tavsiye ediyorum. Ödül babaların fena halde hoşuna gidebilecek bir ödül. Bir Nintendo Wii. Sakın ha ne işe yarıyor diye sormayın, çünkü bilmiyorum. Benim için önemli olan kazanmak ya da kocaya böyle bir hediye vermiş olmak değil, katılmak. Benim gibi elindeki Sony Cyber-Shot makinenin envai çeşit fonksiyonunu, hala bir vakit bulupta kullanım CD’sini izlememiş ve öğrenememiş biri de olabilirsiniz (bkz. blog fotolarım), Leica gibi acayip güzel makinelerle (dikkatinizi çekerim sadece bir tane örnek verebiliyorum) fotoğraf çeken biri de. Haydi bakalım! Fotoğraflarımızı paylaşalım, gülelim, eğlenelim. Anılarımıza bir yenisini ekleyelim.

Ben bu vesileyle Damla ve eşinin ilk yayına soktukları zamanlardan beri üyesi olduğum ve bir ara herkesin neredeyse her blogta aynı tanıtım yazısını okuduğu Nurturia’nın, benim en çok kullandığım ve en sevdiğim işlevine geleceğim: Anı Defteri. Her kullanışımda hay aklınızla bin yaşayın Damla ve Gökhan deyip duruyorum. Bir sonraki yazıda Selin’in döktürdüklerini cümle aleme ilan edeceğim ama Nurturia üyesi olanlar nerdeyse gün be gün okuyorlar, biliyorlar. Ama en önemlisi ben aklımdan uçup gitmeden hemen kayda almış oluyorum. Nurturia sayesinde bir çocuğun büyüme macerasını kendi ağzından izleyebilmek o kadar eğlenceli ki! Sadece meleğimin değil büyük bir kısmıyla henüz tanışmadığım arkadaşlarımın, her biri ayrı birer şahsiyet olan kuzucuklarının da maceralarına ortak oluyorum böylece. Nurturia’nın diğer işlevleri... Öyle faydalı ve çok ki! Hepsini birden burada anlatamam valla. En kolayı girip bir bakmak. Bu laftan sonra çok merak edip girin, kendiniz görün hatta üye olun. Benden söylemesi...

Not: Dün Damla yarışmayı duyurmak için mail göndermişti. Yaklaşık yarım saat sonra çeşitli bloglarda okuyuverdik. Blog annelerinin hızına yetişmek mümkün değil. Eee, hayat hızlı, anneler de (hatta çoğu zaman daha da)hızlı...:)

31 Mayıs 2010 Pazartesi

İstanbul Günleri 4 (Bitti! Nihayet!)

Nihayet Dolphinarium’a sıra gelebildi. Yazacak fazla bir şey yok aslında. İlk sırada izlediğimiz beyaz balina hem şarkı söyleyip hem de resim yapan süper bir yetenek:) Ardından çıkan mors ise gerçek bir komedyen, üstelik biraz da utangaç. Son olarak sahne alan yunuslar ise hızları ve sevimlilikleriyle baş döndürüyorlar.
Selin beyaz balina şarkı söylerken, resim yaparken çok ama çok şaşırdı. Bir de o koca gövdesinden beklenmeyen bir kıvraklıkla sıçrayıp havada asılı duran topu alınca resmen ağzı açık kaldı.
Bakıcısıyla tango yapan morstan acayip derecede korktu çünkü en ön sırada oturuyorken tam önümüzde foşşş diye sular sıçratarak havuzdan çıktı ve baştan aşağıya ikimizi de tabiri caizse donumuza kadar ıslattı. Bir de uzaktan bile iriliğinden ürktüğü hayvanı gerçek cüssesiyle ve bütün haşmetiyle karşısında görünce bastı yaygarayı tabii. Neyse ki utangaç mors ne kadar utandığını göstermek üzere gözlerini kapatıp şirinlik yapınca sakinleşti. Üzerine bir de karşılıklı el sallaşıp birbirlerine bay bay yapınca Selin gülmeye başladı.
Biz Selin’in üstünü değiştirirken yunuslar gösterilerine başladılar. Kaçırıyorum diye midir nedir bilemedim mızıldamaya başladı. Yunusları takip edememekten çok rahatsız oldu. Bir de atlayıp sıçrıyorlar filan. Yine korktu, sonra yunusların hızlarına alıştı ve seyretmesi çok eğlenceli geldi. Gösteri bitti, bu sefer de bitti diye mızıldadı.
Yunus terapilerinin otizm, down sendromu, beyin travması, nevrotik bozukluklar, gecikmiş konuşma bozuklukları, depresyonlar, kronik yorgunluk gibi birçok rahatsızlığa iyi geldiğine dair haberler okumuştum. Gösteriye gittiğimizde seyircilerin neredeyse %80’inin engelli çocuklar ve aileleri olduğunu görünce de şaşırmadım. Gösteriye en çok tedavi merkezleri ve okullar ilgi gösteriyormuş. Dolphinarium’un da özel fiyat tarifeleri ve tedavi programları var. Diğer yandan bu tarz terapi çalışmalarına çevreci örgütler çok ciddi tepkiler veriyor ve yunuslar üzerinden bu yolla para kazanılmasına karşı çıkıyorlar. Yunusların özgürlüklerine kavuşturulması için ciddi kampanyalar yürütenler de var. Keşke yunusların bu konuda ne düşündüklerini öğrenebilme şansımız olsaydı...
Gelelim bu gösteriden sonra hayatımızın nasıl değiştiğine...Bir defa tanıdık tanımadık herkese Selin tarafından sırayla beyaz balinanın şarkısı söylendi, morsun bizi nasıl foşş diye ıslattığı ve bundan utanması taklit edildi ve yunuslar “bi buudan bi buudan hoop hoop uçtu” diye uzuuun uzun anlatıldı. Selin o günden beri her gün anlatmaya devam ediyor. Kısacası Selin başta yunuslara deli divane olmak üzere beyaz balina ve morsa aşık oldu. Artık her masalda bu hayvanlar olmak zorunda:) Yunuslu bir şey gördüğü anda transa geçerek kendince gösteriyi anlatmaya başlıyor. Bu bir kitapsa bana ezberletene kadar okutuyor.
Yukarıdaki fotoğraf, şoför koltuğundan kalkmadan, kollarımı pencereden uzatıp ne çektiğimi görmeden körlemesine çektiğim bir fotoğraf. Dolphinarium’dan önce uğrayıp işyerinden aldığımız Gülannelerinin caddenin karşısında ofisinden çıkışını gördüklerindeki sevinç ve şaşkınlıkları şahaneydi:)

Ve... Nihayet İstanbul Günleri bitti!

Not: Ya bir de yazacak çok şey olsaydı...:)

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails