23 Nisan 2010 Cuma

Selin'in Kitaplığından...-9,10

Bu hafta iki kitap birden tanıtacağım elimden geldiğince. Bir önceki yazıya bakınca anlaşıldığı üzere yaklaşık bir aydır, değil kitap tanıtımı tek bir satır bile yazabilmiş değilim. Arayı kapatabilmek için bu ve önümüzdeki hafta ikişer kitaba yer vereceğim. İstanbul'da geçirdiğimiz günlerle ilgili yazılar da yolda.
Bu haftanın kitapları T. İş Bankası’nın ‘el yazısı öğreniyorum’ serisinden ve ilk kitap Joanne Partis’in, ÇİZGİLİ. Bu kitapla ilk kez tiyatro sonrası Banu'lara gittiğimizde tanışmıştık. Miracığım çok sevdiği için getirip elime tutuşturmuş ve “oku” demişti:) Ben de kızları kanepeye oturtup bu kitabı okumuş ve bayılmıştım. Selin de çok sevmiş ve ilgiyle dinlemişti. Sonrasında bir iki hafta boyunca bu kitabı aradım ama bulamadım. Meğerse daha önce büyük boy ve matbaa harfleriyle basılmışken bu sefer daha küçük boyda ve el yazısı ile basılanı kitapçılara yeni yeni geliyormuş.
Kitaba gelince... Öncelikle çizimlerin insanda ‘ne var bunda, ben de çizerim bunu’ hissi yaratan, sanki bir çocuğun elinden çıkmışcasına abartısız ama kesinlikle usta işi olmasından başlamalıyım. Sonra seçilen renklerin koyuluğuna rağmen insanın içini neşeyle dolduran canlılığından ve tabii hikayenin akıcılığından bahsetmeliyim. Kitabın kahramanı Çizgili bir yavru kaplan. Ailesinin “ormana gitmemelisin, tehlikelidir” uyarısına aldırmadan, merakına yenilerek ormana gidiyor ve başına türlü türlü işler geliyor. Sonunda da evine dönüp anne babasına “neden ormana gitmesini istemediklerini çok iyi anladığını” söyleyip yorulan her yavru gibi uyuyuveriyor. Selin için kaplan, aslan ve diğer bütün kedigiller ‘piisi’ sınıfına girdiğinden kitabı sevmemesi neredeyse imkansızdı. Yolda giderken, gelirken, hep bu kitabı okuduk, okuyoruz. Bu kitapla ilgili bir anekdotumu anlatmadan geçemeyeceğim. Kitabın bir yerinde Çizgili, timsahlardan kurtulayım derken bir mağaraya girdiğini sanıp balinanın ağzına giriyor. Kurtulmak için balinanın damağını gıdıklayarak hapşırtıyor ve havaya fırlayarak dışarıya çıkıyor. Bu kitabı kızlara okuduğum gün Naile’yle buluşmak üzere Kukla Kebap’a gitmiştik. Bir ara Mira’nın uzaktan bana seslendiğini duydum. Çocukların oynaması için konan oyun konsolunun içine girmiş, “Çiiidem, bak ben mağaraya girdim” diyordu:)
Stephen Cartwright tarafından resimlenen ve Heather Amery’nin Türkçe’ye YARAMAZ SIRMA İLE AYICIKLAR adıyla çevrilen kitabında sıra. Hikayenin tamamı ‘miş’li geçmiş zamanda yazılmış ve doğal olarak öykü masalımsı bir havaya bürünmüş. Çizimlerini çok özgün bulduğumu söyleyemeyeceğim. Bazı sayfalardaki ev içi çizimleri de (dekorasyon açısından söylüyorum) bana çok karışık geldi. Gözü yoruyor ve ilk bakışta algılamayı kolaylaştırmıyor. Hikayenin sonunu da hiç beğenmedim. Yaramaz Sırma’nın özür dilemeden ve hatta hiç bir şey söylemeden koşarak evine gitmesi ve bir daha da geri dönmemesi beni çok rahatsız etti. ‘Ortalığı yık, kır, geçir, sonra da hiç bir şey demeden, arkana bile bakmadan kaç git’ düşüncesini meşrulaştıran bir son gibi geldi bana. Ben kitabın sonunda mutlaka, Sırma’nın bir demet çiçekle geri dönüp ayıcık ailesinden özür dilediğini, sonra yavru ayıcıkla beraber bahçede oynadıklarını söylüyorum. Selin bu kitaba çok uzun zamanda alıştı. İlk 3-4 seferinde şöyle bir sayfalara bakıp kenara koydu. Yaklaşık bir ay boyunca ne zaman önüne koysam kafasını çevirip ilgilenmedi. Kitabın bir kaç sayfasında bir kedinin ya kafasının ya da kuyruğunun göründüğünü fark edip hemen meleğime gösterdim. Ancak o zaman kitabın bütün sayfalarını tek tek çevirip resimlere bakmaya başladı. Halbuki içinde hiç piisi olmayan bir çok kitabı var ve hemen hemen hepsini uzun uzun inceliyor. Geçenlerde bir akşam kitabın sonuna geldiğimizde ben yine kendi uydurduğum sonu anlatırken biten sayfalara baktı ve bana dönüp “A-a, neede?” diye sordu:) Anlattığım şeyin kitapta olup olmadığını anlıyor artık.

1 yorum:

  1. hoşgelmişiniz, gözümüz yollarda kaldı yahu.
    sevgiler
    gorki

    YanıtlaSil

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails