Bu sene, Ankara’ya geleli 3 yıl oldu. Önceki iki yıl evde başbaşa küçük birer kutlama yapmıştık ama maalesef bu sene böyle bir fırsatımız olmadı. Zaman ne çabuk geçiyor diye düşünürken hala görüşemediğim arkadaşlarım aklıma geldi. Bu arkadaşlarımdan biri de bizden kısa bir zaman sonra Ankara’ya taşınan ve Selin doğduğu zaman ziyarete geldiklerinde kısacık görüşüp, sonrasında sadece telefonla haberleşebildiğim sevgili Gülüş’tü. Dün nihayet, bunca zamandan sonra şeytanın bacağını kırdık ve Gülüş’le dünyalar tatlısı oğlu Barış’ı ziyarete gittik, kızımla. Daha kapıdan çıkmamıştık ki fena halde yağmur yağmaya başladı. Ben bardaktan boşanırcasına yağan havalarda araba kullanırken -hele şimdi bebiş de var- acayip tedirgin oluyorum. Bir de ilk defa gidiyorum evine. Neyse, Gülüş evini öyle iyi tarif etmiş ki kolaylıkla buluverdim. Bizi kapıda karşıladılar ve Barış’ın ilk sorusu cep telefonuna bakabilir miyim oldu. Telefonun hiç bir yeriyle değil sadece müzik seçenekleriyle ilgileniyor. Müzikolog, akademisyen bir babayla avant-garde müzik yapan müzisyen bir anneden başka nasıl bir çocuk çıkabilirdi ki zaten?
Barış 4 yaşında bir küçük adam. Tüm sevimliliğiyle hem cep telefonuyla hem de Selin’le oynadı. Hatta bir ara Selin’i odasına götürüp odanın ortasındaki çadırda çılgınca bağırıp çağırdılar. Selin de hayranlıkla ve her daim gülerek Barış’ı takip etti. Annesinin ‘Selin küçük oyuncaklarla oynamak isterse dikkat et’ uyarısına ‘tamam’ deyişi iyi bir abi olacağının ilk işaretleriydi. Bir ara annesi ‘Sen Selin’le içeride, odanda oyna’ deyince ‘Siz de burada mı oynayacaksınız?’ diye soruşu epey güldürdü bizi.
Gülüş çok iyi bir şey yapıp ikinci bebeğine hamile olduğunu öğrendiğinden itibaren ayrı bir blog açmış ve her şeyi oraya yazmaya başlamış. Benim çok hoşuma gitti çünkü genellikle ikinci bebekler için ayrı bir blog açmak yerine var olana bir şeyler yazıyor anneler. Halbuki anne aynı anne olsa da her hamilelik ve her bebek farklı. Ben şahsen merakla okuyorum Gülüş’ün bloglarını.
Meleğime gelince, çadırın içine girip çıkıp, çığlıklar ve ardından kahkahalar atarak bazen kendi kendine bazen Barış’la oynadı. Ter içinde pıtır pıtır emekleyerek yanımıza gelip kendi muzlu sütünü bitirdiği yetmiyormuş gibi, Barış’ınkini de neredeyse bir nefeste içti. Gülüş Barış’ın topları üfürten oyuncağını ortaya çıkarınca durum tamamen değişti ve toplarla oynarken ve oyuncağın nasıl çalıştığını keşfetmeye çalışırken kendinden geçti. Öyle ki eve gidelim mi diye sorduğumda önce hararetle kafasını salladı, tam üstünü giydirirken hadisenin ayırdına vardı ve mızıldamaya başladı. Elbette arabaya bindikten 10 dakika sonra yağmurun da etkisiyle etrafa baygın baygın bakarken uyuya kaldı.
Son günlerde eve her girişimiz olay oluyor. Bir itiraz, bir şikayet, ağlamalar, sızlanmalar...Her defasında itirazın ve ağlamaların şiddeti artıyor. Bu sefer de aynı şey oldu. Umarım bunu alışkanlık haline getirmez.
Çiğdemcim, walla alışkanlıktan mı bilmem ama Arda da dış kapıyı tırmalıyor resmen apartmana girince çığlık çığlığa.. hele ki bir kaç gündür hem benim sağlık nedenimle hem de havaların yağışlı olması nedeniyle çıkamayınca akşamları evde çıldırdı... bir huysuzluk bir asabiyet... neyse ki önümüz yaz...
YanıtlaSilHavaların güzelleşmesiyle gezmelerimiz artınca alıştı tabii bizim minikler, bizdede durum aynı eve girmek istemiyoruz hiç :)
YanıtlaSilBen de oğlumun bu fotoğrafını gördüğümün ertesi günü kuaföre gidip o saçlarını biraz kestirttim. :))
YanıtlaSil