Bu sefer programları İstanbul’a bırakmayacağım dedim ve daha Ankara’dan ayrılmadan önce canım arkadaşımla yaptığımız bir kaç telefon görüşmesiyle Büyükada programını netleştirdim. Program uyarınca İstanbul’a vardıktan 3-4 gün sonra çoook yakın arkadaşım, adaşım, canım Çitosumun yıllardır süren ısrarlı davetine bu sene icabet etmek üzere düştük Büyükada yollarına. Bostancı’dan bir motora bindik ve yaklaşık 20-30 dakika sonra Büyükada’ya vardık. Elbette motor gezisi boyunca tüm yolcular Selin tarafından koltuklarında tek tek ziyaret edildi ve gülücükler atıldı. Evden ayrılmadan önce annemin çantama sıkıştırdığı haşlanmış mısırı motorda ortaya çıkarınca, derhal babasının kucağında pozisyon aldı ve ‘ver ver’ diyerek elimdeki mısırı istedi. Ada’ya varana kadar da yedi, bitirdi. Bir ara dışarı çıkıp etrafa bakarken motora vurdukça beyaz köpükler çıkaran dalgaları babasının omuzundan şaşırarak izledi.
Ada’da en çok hoşuna giden şey ortalıkta dolaşan kediler oldu. Her birine ayrı ilgi gösterip yoğun tezahüratta bulundu ve parmaklarını açıp kapatarak ‘gel gel’ işareti yaptı. Bilhassa aşka geldiği anlarda sesini incelterek uzun uzun pisileri çağırması komik ötesi bir durumdu. Atları önce gayet mesafeli bakışlarla inceleyip sonra hayranlıkla karışık gülümsemelerle seyretti. İlk kez dışkılayan bir at gördüğünde hem şaşırarak hem gülerek hem de endişelenerek atın bir gerisine bir de yüzüne bakmaya çalıştı ve hemen kollarını uzatarak kucağımıza gelmek istedi.
Ertesi gün, evlendikten sonra Burgazada’ya yerleşen ve bu sebeple İstanbul’a geliş gidişlerimde hiç görüşemediğimiz (sanki tüm arkadaşlarımla her defasında görüşebiliyormuşum gibi:)!) çok sevgili arkadaşım Nur’un bizi görmek üzere Ada’ya gelmesi beni çok mutlu etti. Aradan geçen yaklaşık altı yılı iki-üç saatlik muhabbete sıkıştırmaya çalıştık, elbette olmadı, hiçbirimize yetmedi. Ama yine de bana çok iyi geldi.
Akşam Ada’nın meşhur Anadolu Klübü’nde yemek yedik ve eve döndük. Biraz terasta oturup sessizce oksijen depolayalım dedik ama heyhat! Ne mümkün. Bir tarafta sanki çok mühim kararlar alacaklarmış ama her üyenin heyecanlı ve asabi bir şekilde söyleyecek bir dolu lafı varmış gibi, müthiş kalabalık bir Martı Konseyi toplantısı:), diğer yandan karşıdaki evin bahçesinde uzuuun zamandır görüşmeyen arkadaşlar olduklarını tahmin ettiğim kurbağaların muhabbeti:), bize sabahı zor ettirdi. Yaşadığımız oksijen şoku da cabası.
Sonraki gün Çiğdem ve kocaman olduğunu görünce yaşlandığımı fena halde farkettiğim kızı Deniz İstanbul’a indiler. Biz de ODTÜ’den arkadaşlarımız Ferdan ve Elvan’la buluşmak üzere çıktık. Meleğim faytondan iner inmez, bizi karşılayan Ferdan’ı görünce hemen tanıdı ve boynuna atladı. Birlikte Anadolu Klübü’nün plajında, havuzunda hoş vakit geçirdik. Bir ara büyük bir cesaret örneği göstererek Meleğimi bebek havuzuna bile soktum. Önce korkup suratını buruşturdu, sonra ayaklarıyla cup cup yapmaya başlayıp eğlencenin tadını aldı. Bir ara onu göbek üstü suyun üzerinde gezdirdim ve sonra hemen havuzdan çıkardık.
Akşam sahilde balıkçı meyhanesi kılıklı hoş bir yerde yiyip içip eve döndüğümüzde bebeğim ateşler içindeydi ve su gibi ishaldi. Fena halde endişelendik çünkü Selin yapı itibariyle hiç ateşlenmeyen bir çocuk. Şimdiye kadar da hiç hastalanmamıştı. Aylaaar önce sadece 1,5 gün süren burun akıntısı olmuştu. Hemen yanımdaki ateş düşürücü fitilin yarısını kullandım. Tabii yetmedi, çünkü aklımda kalan yarım fitil ölçüsü bir yaşın altındaki çocuklar için. Sabaha kadar defalarca altını değiştirip, ateşini kontrol ettik. Ertesi gün yine güleryüzlü fakat biraz halsiz kalktı bebeğim. Yine de babasının sabah kahvesinin tadına bakmadan edemedi. O gün evde kalıp düzenli olarak şurubunu verdik. Öğleden sonra ateşi tamamen düştü fakat ishali kesilmedi. Neyse ki iştahında bir değişiklik olmadı. Akşam üzeri toparlasın diye kocaman şeftaliler yedirdim. Adadaki son günümüzde ishali, şiddeti gittikçe azalarak devam etti. Son akşam faytonla sahile inip bir şeyler yedikten sonra kahvelerimizi birlikte içmek üzere Ferdan ve Elvan’la buluştuk. Yemek boyunca biraz halsizdi ama Ferdan’la Elvan’ın tatlı kızı Nice’yi görünce daha bir canlandı ve oyunlar oynadı.
Rahatsızlandığı süre boyunca Meleğimde ne bir sızlanma ne bir şikayet ne bir kapris... İstanbul’a döndüğümüzün ertesi günü ishali tamamen durdu ve sindirim sistemi normale döndü. Tabii ki yaşadıklarımız bize iyi bir ders oldu ve artık çok yeni temizlenmiş bile olsa bebeğimizi hiç bir havuza sokmamaya karar verdik.
Bende adalara gitmeyi çok istiyorum ama hangi adaya gideceğime karar veremedim bir türlü :)
YanıtlaSilBegümde bu sene havuza girdi ama çok şükür bir sorun yaşamadık, geçmiş olsun size.
Sevgiler.
Canım çok geçmiş olsun.Çok uzun sürmediğine sevindim.Tatil öncesi havuz kararın kulağıma küpe olacak.Kar tanesi Selin'imi öp lütfen.(Faytondaki resminize bayıldım, bu arada Selin çok büyümüş:=)
YanıtlaSilÇiğdem biz de haftasonu tatile çıkacaktık ki Selin'e olanlar kafama takıldı. Gideceğimiz yer deniz kenarı değil, kaplıca olduğu için ama havuz var. Çok olmasa da 1 kez havuza götürmeyi düşünüyordum. Şimdi de tam kalabalık zamanı gideceğimiz yerin. En iyisi havuza sokmamak olacak sanırım. Deniz daha iyi diyorlar ama deniz yok maalesef gideceğimiz yerde. Size de çok geçmiş olsun. Selin maşallah çok uysal bir çocuk.
YanıtlaSilGüneşciğim,
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim. Neyse geçti bitti çok şükür. Bence Büyükada'yla başlayıp sırayla hepsini gezmekte fayda var. Çünkü her birinin güzelliği ayrı.
Sevgiler,
ç.
Neslihancığım,
Çok sağol. Biz de uzun sürmediğine sevindik. Yoksa halimiz nice olurdu? Valla bilhassa otel havuzlarına aman derim. Mavişimi öp ltf. benim için.
ç.
Naileciğim,
Tşk. ederim. Kalabalık dolayısıyla endişelenmekte haklısın ama kaplıca havuzları farklı olabilir, bilemiyorum. Hani temizlenmesi, suyun doğası filan gibi sebeplerle. iyi tatiller diliyorum biraz geç te olsa.
Sevgiler,
ç.