3 Mayıs 2009 Pazar

Mira’nın Bahçesi’ndeydik!

Sanal değil, gerçek olanında. Banu sağolsun, hava güzel olur, bebişlerde oynarlar diye evlerinin bahçesine davet etti bizleri. Eve varıp üç beş sohbet ettikten sonra bir anda Mira’nın Montessori’ye çok uygun biçimde döşenmiş şirin odasında bulduk kendimizi. Biz bebişlerimizin odaları ve düzenlenmesi üzerine fikir alışverişi yaparken onlar onca oyuncağın içinden 3-5 taneyi paylaşamadılar. Neyse ki hiçbiri tutturan, inat edip illa diyen çocuklar değiller. İkna etmek, dikkatlerini başka bir oyuncağa çekmek çok zor olmuyor. Umur o yumuşacık sesiyle bebişlere seslendikçe, çok iyi bir oyun arkadaşı bulduklarını düşünüp hemen etrafında toplandılar.
Banu baktı ki odada çok vakit geçireceğe benziyoruz, bahçe de orada bizi bekliyor, hazır güneş hala varken dışarı çıkalım, dedi. Zamanlaması çok iyiydi gerçekten. Önce 10-15 dakika kadar hafif bir rüzgar ve bulutlu bir güneş vardı. Boncuğum Mira, kafasında çilek beresi ve her zamanki şirinliğiyle burası benim bahçem edasıyla koşarcasına dolaştı, durdu. Mavişim Zeynep, gülen gözleri ve pembe hırkasıyla bir elinde kitabı bir elinde poğaçası, hafiften Neslihan’a yapışık dolaştı. Beyazlar içindeki su damlam Ada, sağlam adımlarla her bir çiçeğe bakarak, elindeki pırasalı karmacayı düşürmeden yiyerek ve elbette daimi gülerek gezdi bahçeyi. Meleğim hala yürüyemediği için bahçenin yumuşak toprağından rahatsız oldu biraz. Düşerim korkusuyla azıcık suratını astı, sonra ellerinden tutup yürümeye başlayınca toprağa da alıştı ve rahatladı. Sonra bir ses duyduk içeriden. Bir baktık Cıvam Çınar ve annesi Sermin gelmiş. Aman efendim, Çınar acayip büyümüş (en son doğum günü partisinde görmüştüm), annesini tek eliyle tutarak adımlar atıyor ve elbette yanakları her zaman ki gibi ısırmalık.
Ardından maalesef aniden hava değişti, rüzgar kuvvetlenmeye ve hava kararmaya başladı. Hemen içeriye kaçtık tabii. Tam o sırada da Ağır Abi’miz Yiğit ve annesi Görkem geldi. Bir baktık masanın üstü poğaçalar, çörekler, ballı kurabiyelerle dolu, üstelik çay da hazır. Biz de bebekler kucağımızda masanın çevresine oturduk. Bütün bebişlerin ben yiyiceem! isteği zincirleme reaksiyon halinde masanın etrafını dolaşınca yerler, masanın üstü, kısacası her taraf kırıntıyla doldu. Ama kendi kendilerine yerken duydukları zevki seyretmek her şeye değerdi.
Bir süre sonra sarı şekerim Arda ve annesi Burcu da geldiler. Sermin’in çocuklara Mira’nın renkli sularla dolu küçük plastik şişeleriyle bowling oynatma fikri, Meleğimin her defasında halıya dizilmiş şişeleri alıp alıp sallamasıyla yerle yeksan oldu. Bebişlerin yavaş yavaş uykuları da gelince, biz şehrin öteki ucunda oturanlar olarak azıcık erken kalkalım dedik. Önümüzdeki haftaya dair açık hava buluşması planları yapıp, vedalaşıp ayrıldık.
Baktım saat müsait, Real’den alışverişimi de yapayım bari dedim ve yaptım da. Ama felaket beni eve dönüş yolunda bekliyormuş. Tam Bilkent Köprüsü’nden dönerken vites küçültüyordum ki vites kolu elimde kaldı. Şaka değil, gerçekten. Ben böyle durumlarda aniden soğukkanlı olabilen hatta buzkesenlerdenim. Derhal olayın dışına çıkarım ve telaşlanmadan ne yapmam gerektiğini düşünürüm. Nihayetinde dağ başında değil, şehrin ortasında bir yerdeyim. Hemen dörtlüleri yakıp, hızımı düşürdüm ve sağa çektim. Sonrası klasik yolda kalma hikayelerinden. Sigortaya, Teoman’a ve ustaya telefonlar filan. Kulağım telefona yapıştı biraz ama neyse... Eşim taksiyle geldi, Meleğimle o taksiye transfer olduk ve eve döndük. O da çekiciyle oto sanayideki ustamıza gidip arabayı teslim etti ve geldi. Munise’m gün içinde biraz cazgırlık etse de bütün bu süre boyunca O’na niye Munise adını taktığımı bana yeniden hatırlattı. Arabanın içinde beklerken, sakin sakin etrafı seyredip bana gününün nasıl geçtiğini –elbette kendi dilinde- anlattı da anlattı. Bir kez daha kızımın iyi bir arkadaş olacağına dair öngörülerim kuvvetlendi. Ne bir şikayet, ne bir mızıldama... hayır, yok. Sadece sanki konuyu değiştirmek ister gibi tatlı tatlı ama neredeyse susmamacasına konuştu.
Eve girince ne mi oldu? Elbette aynı şey. Ağlamaklı bir sesle itiraz itiraz itiraz...Çaresi, bir bardak meyve suyu...

6 yorum:

  1. Çiğdem'cim Vites kolu elimde kaldı deyince cidden şaka yapıyorsun sandım. çok geçmiş olsun...

    YanıtlaSil
  2. Çiğdem çok geçmiş olsun ucuz atlatmışsınız neyse ki herşey yolunda gitmiş..selin acaip boy atmış, çok büyümüş.. Tüm bebişler gibi... Öptüm onu...

    YanıtlaSil
  3. Çiğdem, büyük geçmiş olsun. Ada olsa ortalığı birbirine katardı. Munise'nin değerini bil. İkinizi de opuyoruz ama özellikle Munise'nin güzel yanaklarını. En kıse zamanda gorusmek uzere...
    Umur & Ada

    YanıtlaSil
  4. Arkadaşlar,
    Çok teşekkür ederim. O anda çok anlamadım tabii, bir sorun var ve halletmem lazım diye. Ama eve gelip şöyle bir düşününce ne kadar ucuz atlattığımızı fark ettim. Allah korudu desem yeridir. Bizler de sizleri çok öpeyoruz. En en kısa zamanda görüşmek üzere...
    ç.-s.

    YanıtlaSil
  5. çook geçmiş olsun. ben senin kadar soğukkanlı değilim galiba. etrafı gözüm görmüyor o ara..
    çok geçmiş olsun...
    sevgiler
    gorki

    YanıtlaSil
  6. Ciğgemcim, çok gecmis olsun canım.Yolu uzattın ya bizim yüzümüzden,çok üzüldüm okuyunca.Minik prenses ne kadar güzel destek olmuş sana o kriz anında.Eve gidince de kac defa elime telefon aldım kolay dönebildiniz mi diye,her defasında birsey cıktı,arayamadım.Öpüyorum

    YanıtlaSil

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails