Geçen hafta cumartesiden perşembeye tadı damağımızda kalan kısa bir Belek tatili yaptık ve Club Ali Bey’e gittik. Tesis hakkında ayrı bir yazı yazmayı düşünüyorum. Çünkü çocukla gidilip memnun kalınabilecek maalesef çok az yer var. Tesis gerek çocuk dostu yaklaşımı ve engellilere hitap eden tasarımıyla gerek mutfağıyla ayrı bir yazıyı hak ediyor. Buradan sevgili arkadaşım Banu’ya ve Asterya Turizm’e teşekkür ederim(z).
Gelelim tatile...Tesise varır varmaz ilk önce bilgilendirildik. Odaların yerlerini değiştirtip denize ve restorana yakın bungalowlara yerleştik. Yatak meselelerini de halledip yorgunluktan perişan halde kendimizi uykuya teslim ettik. Akşam üzeri uyanıp bir de denizle tanışalım dedik ama deniz öğleden sonraları çok dalgalı olduğundan Selin korkabilir diye havuzda karar kıldık. Önce ben girdim ve simidini beklemeden kucağıma atlayıverdi meleğim. Pek ümit verici bir açılış oldu diye düşündük. Akşam yemeğinden önce Selin sanki evinin bahçesinde dolaşıyormuşcasına rahat, aldı başını gitti. Nerdesin kızım dediğimizde “etyafı tanıyoyum anne” dedi:)
Ertesi gün Teo ve ben arkadaşlarımız sayesinde birlikte denize girebilirken (bu esnada onlar da Selin’e göz kulak oldular) Selin hanım narin poposu rahatsız olmasın diye kuma oturmak istemedi. Sorunu yere havlu sererek çözdük ama gölgede bir yere. Kumlar sıcak geldiği için oynayamıyormuş! (Kum çok sıcak anne, oynammıyoyum.) Ne zaman denize girelim mi diye sorsam "daa sona anne"cevabını aldım ve maalesef sonraki bütün günler bu cevapla geçti. Selin sadece tesisten ayrılmadan iki gün önce tam öğlen güneşinde, poposu suya kuma değmesin diye bacağıma oturup, bana felç oldum galiba derdirterek denizle tanıştı. Biraz biraz dalgalara alıştı ama denizin temiz olmasına rağmen bulanıklığına “bu su pis anne” ve ılıklığına “bu deniz sıcak anne” diyerek tepki verdi ve katiyen girmedi. Dalgalar kıyıya vurdukça ortaya çıkan köpüklerden de hiç haz etmedi. Bu deneme maalesef güneş alerjim yüzünden her tarafımın kabarmasına mal oldu. Hala kaşınmamak için irade gösterileri yapıyorum.
Hakikaten Ayvalık’ın çivi gibi suyundan sonra hepimize ılık geldi deniz. Selin’in Ayvalık’ta denize bir girdi mi dakikalarca çıkmak istemeyişinin sebebini de çözdüm. Benim kızım soğuk suya düşkün ve bu durumu denizi ve havuzu ılık bulup soğuk duşun altından çıkmayarak teyid etti.
Tesiste her gece bir animasyon gösterisi vardı. İlk gece Aslan Kral’ı izledik. Kostümler, dekorlar, danslar bir tatil köyü için çok üst düzeydeydi. Bir ara seyirciler arasından geçerek sahneye ilerleyen fili (kostümdü elbette) görünce meleğim hafiften korkup babasının kucağında etrafı dolaştı ama o esnada bile sürekli sahneye bakıyordu. En sonunda fil sahneye ulaştı, iki dönüp dans etti ve sahneden ayrıldı. Selin de masaya geri geldi. Tatil bitene kadar her gece gösteri öncesi filin gelmeyeceğini garantilemek için “fiy neede anne?” diye sordu. Benden “Ooo, fil gideli çok oldu, başka çocuklarla oynuyor şimdi” lafını duyunca gülerek rahatladı. Ertesi gün Madonna şarkılarıyla yapılan bir dans gösterisi seyrettik. Üçüncü gün Güzel ve Çirkin’i oynadılar. Sonraki gün farklı müzikler ve farklı dans gösterileri vardı. Selin tüm gösterileri neredeyse gözlerini kırpmadan seyretti. Biz sahneden en uzak yerlere kaçmaya çalışırken Selin sürekli sahneyi iyi görebileceği yerlere gitmeye çalıştı.
Selin’in bilhassa yemek zamanı restoranda şiddetle nükseden bu alıp başını gitmelerine servis elemanları bizden önce alıştı. Öyle ki Selin restoran dışına çıkıp tam karşıdaki bahçeye konmuş şirinler, yedi cüceler ve bilumum hayvan heykelleriyle oynamaya gittiğinde gözleriyle takip eder olmuşlardı. Ben de Selin gezmeyi seviyor diye “git gez ama arada bir yanıma gel ve burdayım anne de bana” tembihinde bulundum, O da beni hayretler içinde bırakarak sözümü dinledi. Ama bir akşam Selin uzun süre yanıma gelmeyince kalkıp bakayım dedim. Restoran ve bahçede bulamayınca Teo’yla aramaya başladık. Tesis çoook büyük değil ama olabileceği yerlere bakıp bulamayınca telaşlanmaya başladım. Saniyeler içinde insanın aklına ya havuzun kenarında ayağı kayar da düşerse ya oyun parkında yeni merak saldığı aletten düşer de boynunu incitirse ve en fenası ya birileri alıp bir yerlere götürürse gibi korkular üşüşüyor. Yaklaşık 4-5 dakika kadar bulamadık zıp zıp kızımızı. Meğerse bahçenin yanındaki markete girmiş. İki kere ben iki kere de Teo önünden geçtik ama içeriye bakmadık. Halbuki sabah denize giderken uğramıştık ama aklıma gelmedi işte. Çok şükür ki hemen bulduk meleğimi ama o 4-5 dakika içinde ömrümden ömür gitti. Restorana döndüğümde onu masada oturmuş bana muzip muzip gülerken bulunca, hafiften kendimi kaybeder gibi oldum ve bir daha hiç yapmayacağım bir şeyi yapıp sol elinin üzerini azıcık çimdikledim. Korkup ağlamaya başladı ama korkma sebebi çimdiğim değil sanırım yüz ifademdi. Arkadaşlarımızın dediğine göre bembeyaz olmuşum. Gece olunca gündüz uyumadığından pusette uyuya kaldı. Ben de seneler sonra okey oynadım arkadaşlarla. Kendimde miydim? Elbette, hayır!
Sonraki günler fırsat buldukça Teo’yla dönüşümlü olarak denize/havuza girmekle, Selin’in peşinden koşmakla ve meleğimin oynarken kumla dolan havlusunu sık sık temizlemekle geçti. Ben boşuna “saray gelini” demiyorum kızıma:) Buna bir de özgür ruhunu, bazen arşa vuran asiliğini ve de zıpırlığını eklersek, gelecekte halim ne olur hiç bilemiyorum ve henüz tahayyül dahi etmek istemiyorum:)
severim ben o saray gelinini... O altın lüleleri teker teker öperim
YanıtlaSil